ÖLÜM ORUCU GAZİSİ GÖKHAN YILDIRIM’IN MEKTUBUNDAN DEPREMDE BETON MEZARLARA GÖMÜLEN HALKIMIZIN ÖFKESİ BU DÜZENİN SONUNU GETİRECEKTİR!

2023
KULAKLARINI YERE DAYAYANLAR, YERİN ALTINDAN ÇIKIP GELECEK ÖFKENİN AYAK SESLERİNİ DUYABİLİR!
DEPREMDE BETON MEZARLARA GÖMÜLEN HALKIMIZIN ÖFKESİ BU DÜZENİN SONUNU GETİRECEKTİR!
ÖLÜM ORUCU GAZİSİ GÖKHAN YILDIRIM’IN MEKTUBUNDAN BİR BÖLÜM:
Ateşi Çalmak romanında Marks ve Georg Herwegh arasında şöyle bir diyalog geçer: Georg Herwegh, Marks’a; ‘Ben sallanan bir
tek taht bile görmüyorum’ der.
Marks ise şöyle cevap verir: ‘Kulağını yere daya,
Georg. Tahtlar kendiliğinden yıkılmaz. Altlarındaki toprak kaydığında devrilir.’
Kulaklarını yere dayayanlar, yerin altından çıkıp gelecek öfkenin ayak seslerini duyabilir. Depremde beton mezarlara gömülen halkımızın öfkesi bu düzenin sonunu getirecektir.”


ÖYKÜ:
Leyla, uzun ve tozlu koridoru bir çırpıda koştu. Kapının önünde bir saniye kadar soluklandıktan sonra tıklattı onu.
“İçeri gir”
Yusuf, masadaki haritadan başını ağır ağır kaldırdı. Yoldaşının yüzündeki heyecandan işlerin yolunda gitmediğini anlamıştı.
“Hayırdır?” diye sordu.
“Yusuf abi, dedi Leyla, bir an yutkunduktan sonra devam etti;
“27. blokta çökme var, defin komitesindeki Vedat abinin üzerine bir kolon devrilmiş. Ses vermiyor.”
“Hasan nerede?”
“Hasan abinin ekibi 77. sokakta çalışıyor.” “Bugün kaç cenaze çıkarıldı, haberin var mı? “34 cenazeyi daha çıkardık.”
Yusuf, masanın üzerinden bir çırpıda topladığı kağıtları hırkasının içene doğru sokuşturdu. Ağır, demir kapıyı sertçe kapatarak 27. bloğa doğru koşturdu. Sol kolu sargıda olmasına rağmen rüzgar gibi yürüyordu. Leyla, Yusuf’a yetişmekte zorlanıyordu.

  1. blok, enkazların en yoğun olduğu bölgedeydi. Oraya çıkan sokaklar eğri büğrüydü. Enkazların altında kendileri gibi hala sağ olan insanlara ulaşabilmek için depremin ilk günlerinde tırnakları ile kuyu kazar gibi sokaklar açmışlardı. Bazı bölgelerde sokaklar zamanla genişletildi. Hatta motorla rahatça geçilecek bir cadde
    bile inşa edilmişti.
    Depremin ilk üç günü tüm yaralılar yardım beklemişti. O yardım hiç gelmedi. Telefonların şarjı bitmeden evvel pek çoğunun devlete inancı tükenmişti. Enkazlardan kendi imkanlarıyla çıkanlar, toz toprak içinde, ürkek gözlerle gezindiler bir süre. Hasan da onlardan biriydi. Çöken binanın enkazında bir hayalet gibi dolanıyordu. Yirmi yıldır oturdukları ikinci kattaki daire yerin altına göçmüştü ve tüm dünyayla ilişkisi kesilmişti. Diri diri beton bir mezara girmişti sanki. Nefesi soğuktan kaskatı kesiliyor, yer sarsılıyor ve her sarsıntıda biraz daha dibe gömülüyordu. Yeryüzü, üzerine kapanıyordu.
    Soğuk hava, bedenini artık iyiden iyiye teslim alırken, yan bloktaki enkazdan Arapça bir ezgi işitiverdi. Annesinin, Hasan küçükken kulağına söylediği ezgilerden biriydi bu. Şimdi yatağında açılan mezarda uyuyan annesinin.
    Tozla kaplı gözbebeklerinden bir anda yaşlar boşandı. Gözyaşları yanağında yuvarlanırken ağırlaşmış, taşlaşmıştı. Dehşetle irkildi Hasan. Üzerindeki battaniyeyi bir kenara fırlatıp attı, ezginin geldiği yöne emekleyerek süründü. Demir bir karyola ile mutfak dolabının arasına sıkışmış olan Yusuf’un tertemiz bakan gözlerini işte burada gördü. Ağzı yüzü kan içindeydi ama ıslığı hiç kesmeden ezgiye devam ediyordu.
    Hasan, Yusuf’un yüzünde de gözyaşından taşlar gördü. Fakat onunkiler kana bulanmışlardı. Hasan dişleriyle, tırnaklarıyla çıkardı Yusuf’u enkazdan. Saatlerce kan ter içinde çalıştı ve Yusuf’tan tek bir şey istedi: “Ne olursun kesme ezgiyi!”
    Hasan o günden sonra, hiç durmadan yaralı çıkardı enkazdan. Yüzlerce insanı kurtardı. Çıkardıkları arasında cenazeler de vardı. Kendine bir ekip kurdu. Günlerce yemeden içmeden insanların yardımına koştu.
    Depremin on birinci günü enkazdan sağ olarak en son Leyla çıkarıldı. Hasan onu bulduğunda Leyla aklını yitirmek üzereydi. Kendinden dört yaş küçük olan kız kardeşi, depremin şiddetiyle, beraber yattıkları yataktan yere düşmüş ve bir beton parçasının ağırlığı altında kafatası ezilmişti. Kız kardeşinin elini sımsıkı tutmuştu Leyla.

Hasan ve ekibi saatlerce dil döktüler Leyla’ya ama o, bırakmadı kız kardeşinin elini. Beton yığınlar kaldırılıp kız kardeşin de cenazesi çıkarıldıktan sonradır ki Leyla, bıraktı o eli.
Çünkü yaralıların yanından hiç ayrılmayan Yusuf, on altı yaşındaki Leyla’nın kulağına şu cümleleri fısıldamıştı:
“Sen hiç merak etme Leyla, biz ölülerimizi güneşe gömüyoruz. Ve vaktimiz yok onlar için matem tutmaya. Devletin çıkarmaya tenezzül etmediği cenazelerimizi tek tek çıkaracak ve onların hesabını da tek tek soracağız…”
Arap kızı Leyla, cenazede tek bir gözyaşı dökmedi. Bu sözler üzerine ilk defa iri, mavi gözlerini Yusuf’a çevirdi. Yusuf ona keskin bir bıçak gibi gülümseyerek söz verdi:
“Acılarımız kadar adaletli olacağız halk düşmanlarına Leyla. Acılarımız kadar.”
Yerin altı cenaze doluyken defin komitesinden Vedat’ı da kaybetmek istemiyordu Yusuf. Arkasından Leyla’yı soluk soluğa koşturması bundandı. Hızla Hasan’a ulaşılırsa Vedat çıkarılabilirdi enkazdan. Yusuf ve Leyla 27. bloka vardıklarında Hasan’ın ekibi Vedat için çalışmaya başlamıştı bile. Yusuf, Hasan’ın gözlerini aradı o kalabalıkta. Göz göze geldiler. İlk günden beri tüm acıları içmiş, tüm korkuları birlikte yenmiş, yaraları sarmış, sokaklar, caddeler açmış, sessizce ağıtlar yakmış, yeminler etmiş, yeraltında yaşayan halkla bütünleşmiş iki çift yürektiler.
Enkazlarda yaralı kalmadığı anlaşıldıktan sonra cenazeleri çıkarmak için bir yarış başlamıştı. Karıncalar ordusu gibi yıkık dökük dairelerin içlerine doluşmuşlardı. Fakat açlık ve susuzluğa toz toprak içinde havasız kalmak da eklenince çalışmalar aksamış, yavaşlamıştı.
Cenazeler kokmaya başlamıştı üstelik. Bu öyle bir kokuydu ki hayatta kalanların beyinlerini kemiriyordu. Bir insanın en sevdiklerinin bedenlerinden yayılan kokudan tiksinmesi kadar acı bir şey olabilir miydi? Her an, her saat ölülerle uğraşmaktan bitip tükenmişlerdi.
Yemek yemeleri, temiz su içmeleri, banyo yapmaları, yıkıntılar altında da olsalar hayatta kalmaları gerekiyordu. Yusuf, Hasan, Sırma ve Kader bir araya gelip bir halk toplantısı düzenlemeye karar verdiler.
Kader, iki evladının ve kocasının cenazelerini enkaz altından çıkarmış bir anneydi. Armutlu Mahallesinin gencecik, emekçi kadınlarından biriydi. Sırma ve Yusuf sık sık misafir olurdu bu emekçi aileye. Kader’in yüreği şimdi bir alev topu gibiydi. Ayağı aksıyordu. İlk günler hemen hemen hiç konuşmuyordu. Kendisi için endişe eden Sırma’ya, enkazda çalıştıkları bir gün, “Ben çocuklarımın katiliyle göz göze geldiğim gün konuşacağım. Ama kelimelerle değil.” demişti.
Herkese haber verilmiş, enkazlarda çalışanlara da toplantı saati bildirilmişti. Kader ve Sırma, toplantı alanına vardıklarında şaşkınlığa kapıldılar. Bine yakın insan olmuşlardı yeraltında. Çoğu yaralıydı, hemen
hepsinin üstü başı yırtık pırtıktı ama her birinin gözleri dehşetle parıldıyor, her şeyi yapabilecek bir cürette bakıyordu. İlk günlerdeki korku ve ölüm sancısı dağılıp un ufak olmuş, geriye çıkardıkları cenazeler kadar gerçek ve kaskatı bir hınç kalmıştı.
Yusuf ayağa kalktı, Sırma’ya başıyla yanına gelmesini işaret etti. Her ikisi de Dev-Gençliydi. Yusuf’un sol kolu sargıdaydı. Sağ elinin işaret parmağını kaldırıp enkazları gösterdi.
“Biz bu enkazların altındayız ve hala hayattayız çünkü biz halkız; ama asıl enkaz altında kalacak olan bu adi düzendir!”
Alanda toplanan kalabalık coşkuyla alkış ve ıslık tutturdular bu sözlere.


Yusuf ve Sırma, “Cenazelerimizi hızla çıkarmak ve gömebilmek için komiteleşmeliyiz” dediler halka.
Bu konu uzun uzun konuşulup tartışıldı. Gün akşam olurken bir genel komite, bir de bunun alt komiteleri oluşturuldu.
Leyla, Sırma’nın önerdiği gibi yemek komitesinde olmak istemiyordu. Bu komite enkazları dolaşarak erzak toplayacak ve günde iki kere yemek dağıtımı yapacaktı. Kalabalığın ortasında bir adım öne çıktı Leyla “Ben defin komitesinde olmak istiyorum” dedi keskin bir tonda. Sırma şaşırmıştı bu isteğe.
“Neden?” diye sordu.
“Yukarıda toplu mezarlar açıyorlar cenazelerimiz için. Bir böcek gibi kapatıyorlar üstlerini. Oysa burada biz, güneşe gömüyoruz ölülerimizi. En son cenazemizi de güneşe uğurlayıp ruhlarını şad etmek istiyorum.” Leyla’nın iri, mavi gözleri yaşlarla dolmuştu: “Belki o gün, göğsümün üstündeki enkazı da kaldırabilirim…”
Bir anlık sessizlikten sonra Sırma gözleriyle onaylamıştı Leyla’nın bu kararını. Sırma ve Kader, komiteleri ve kimlerin hangi komitelerde yer alacağını anlattılar halka. Cenaze çıkarma komitesinin başında Hasan vardı. Arama kurtarma çalışmaları esnasında birkaç tırnağı sökülmüştü Hasan’ın. Yüzü enkazdan düşen taşlar nedeniyle yara bere içindeydi. Soğuk betonları kazmaktan ellerinin derisi soyulmuş, yüzü de açlıktan sapsarı olmuştu. Yusuf’u kurtardığı gün ki Hasan’dan geriye pek bir şey kalmamıştı.
Toplantıdan sonra, komitelerde ki son değişiklikleri not ettikleri masada Yusuf, Sırma’ya dönerek “Çalışmalarda, demişti, hep konuşurduk ya, yeni insan olmanın önemini…” Sırma, merakla dinliyordu arkadaşını. Yusuf, Hasan’ı gösterdi gözleriyle. “İşte
sana yeni insan. Annesinin ezgisini duymasaydı korkudan aklını yitirecekti. Şimdi ise faşizmin yol açtığı katliamın ortasında dayanışmanın yarattığı yeni insandır Hasan.”
“Ya Leyla?” diye sormuştu Sırma. Yusuf, kocaman gülümsemişti. Toplantının sonunda Leyla’yı ikna etmişti Yusuf. Onu defin komitesinden çıkarmış, istihbaratta görevlendirmişti. “Buradaki cenazeler çıkarmakla bitmeyecek Leyla” demişti, “o kadar büyük bir katliam ki bu… bizim, yani senin, yani benim, yani hepimizin göğsündeki enkazı daha hızlı kaldırmak ister misin?”
Leyla’nın çatılan kaşları hemencecik gevşemiş, neşeyle gülümsemişti. Yusuf onun artık her şeyiydi. Babası, kardeşi, annesi, hatta hatta işte kendi kendine düşünmekten bile utanıyordu… ama gerçek buydu işte Yusuf, onun ilk sevgilisiydi. Yusuf’un kendisi için en doğru şeyi düşündüğüne emindi Leyla.
Enkaz altında kalan Vedat’a ulaştıklarını eliyle işaret etmişti Hasan. Bir alkış fırtınası kopuverdi. Hasan geri kalanı ekibine bırakıp çıktı enkazdan. Bugün ki cenaze töreni için hazırlanacaktı. Depremin üzerinden neredeyse bir ay geçmişti.
Leyla, Hasan’ın yanına koştu, çabuk çabuk konuştu:
“Bugün 34 cenaze çıkardık değil mi Hasan abi?
Hasan toz içindeki yüzünü elinin tersiyle sildi.
“Bakıyorum da, defin işleriyle hala ilgileniyorsun” “Evet” dedi Leyla, “o işe de gönüllü devam
edeceğim.”
Hasan sarı saçlarını okşadı Leyla’nın. 27. blokun önünde toplanan kalabalık, cenaze töreni için zafer meydanına doğru yürüyüşe geçmişti bile. Bugün 34 cenaze o meydanda yan yana dizilecek ve her biri için dualar edilip yeminler içilecekti.
Zafer meydanına yürüyen kalabalığın adımları yer yer enkazlardan taşların dökülmesine neden olacak kadar şiddetliydi.
Törende bu akşam Hasan konuşmacıydı. Onun konuşmaları heyecanla bekleniyordu. Hasan, daha ilk cümlesinde;
“Güneşi zaptedeceğimiz günler yakın!” diye haykırdı. Yusuf ile Sırma göz göze gelip gülümsediler birbirlerine. Hasan’ın enkazların arasından yeryüzüne doğru bir çıkış yolu bulduklarından haberi yoktu. Fakat
onu böyle konuşturan adalete susamış oluşuydu. Yusuf cenaze töreninden sonra alana toplanan halkı bırakmadı. Leyla ile Sırma’nın bulduğu çıkış yolunu açıklamak için tuttu onları. Yukarı çıkmak isteyenler için tek bir kural vardı. Yeraltında yaşananları asla kimseye açıklamayacaklardı.


Enkazdan az önce kurtarılan Vedat’ın eşi heyecanla sordu: “Herkes çıkmak zorunda mı?”
Bir uğultu yükseldi alanda. Kadın, sessizliğin sağlanmasını bekledikten sonra ekledi; “Ben çıkmak istemiyorum. Burada daha güvenli, daha adil, daha insanca yaşamaktan mutluyum.”
Yusuf, Kader ve Sırma’ya baktı. Onların da gözleri çakmak çakmaktı. Yusuf, “Çıkmak isteyenler çıksın” dedi. Leyla gönüllü olanları çıkışa kadar götürecekti. Kalabalıktan yüz kadar kişi Leyla’nın yanına varmıştı bile. Sadece yüz kişi. Diğerleri kalıyordu. Bu sayı, Yusuf’un tahmin ettiğinden bile fazlaydı. Kalanlar, ne için kaldıklarının bilincindeydiler. Fakat Hasan zaptedilemez heyecanı ile moloz yığınlarının üstüne çıkıp haykırdı:
“Biz kalıyoruz, fakat insanca yaşayalım diye değil; ki buradaki koşullar asla insanca değildir. Biz yalnızca adalet için kalıyoruz, halkın adaletini sağlamak uğruna…”
Hasan’ın konuşmasının geri kalan kısmını kimse duyamadı. Kalabalık büyük bir hınçla;
“Ya Adalet,”
“Ya Adalet,”
“Ya Adalet!” diye haykırıyordu.

Sosyal ağlarda paylaşın