Oligarşinin Kullanışlı Gözdesi Zafer Partisi

  1. Yeni sömürge faşizminde burjuva partilerinin rolü

Kapitalizmin en üst ve çürümüş aşaması olan emperyalizmin, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında geliştirdiği yoğunlaştırılmış ve sinsi sömürgecilik yöntemi yeni sömürgeciliktir. Bu sömürgecilik ilişkisinde, emperyalizm artık doğrudan açık işgaller, devasa askeri operasyonlar veya ilkel el koyma yöntemleriyle hareket etmez. Bunun yerine, sömürge ilişkilerinin olabildiğince perdelendiği bir tür gizli işgalle sömürdüğü ülkedeki varlığını, kendine ekonomik-askeri ve siyasi olarak bağımlı hale getirerek artık içsel bir olgu haline getirir. Dolayısıyla, ilk bakışta bağımsız gözüken bu ülkelerde, esasında tüm kurumların, yasaların, ekonomik ilişkilerin, hatta kültürel ve düşünsel dünya artık doğrudan emperyalizmin menfaatleri doğrultusunda şekillendirilmektedir. Meclis, bayrak, mahkeme, gümrük, yasalar ve benzeri enstrümanlar ise sadece sömürüyü olabildiğince perdeleme görevini yerine getirir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti de on yıllardır yeni tip sömürge faşizmiyle, emperyalizmin ve onun yerel işbirlikçisi oligarşi tarafından yönetilmektedir. Temelde halka dönük bir iç savaş prensibine göre örgütlenmiştir. Emperyalizmin gizli işgali altındaki ülkemizde, düzen siyaseti yelpazesinin en sağından soluna kendini konumlandıran burjuva partilerinin tamamı objektif olarak faşizmi meşrulaştırmakta ya da hali hazırda açıktan savunuculuğunu yapmaktadır. İpin ucunu kaçırdığı (1) zamanlar haricinde “temsili demokrasi“ maskesiyle, belirli aralıklarda düzenlenen seçim, referandum ve benzeri müsamerelerle geniş halk yığınlarının zihninde bir demokrasi illüzyonu yaratılmaya çalışılır. Halkın yaşadığı yoksullukların, yoksunlukların ve acıların çaresi olarak oligarşinin korosu tek bir ağızdan sandığı işaret eder. Oysaki halk yaratan ve üreten bir büyük güç olarak onların sandıklarından aslında çok daha fazlasına muktedirdir. Bugün geri bırakılmış olması ve türlü yozlaştırma saldırılarına maruz kalması bu tarihsel ve siyasal gerçekliği asla değiştiremez.

Bugün siyasi iktidarın sahibi olan AKP; basta ABD ve NATO emperyalistlerinin ülkemiz ve bölgemiz üzerinde derinleştirmek istediği sömürü ve katliam planlarının uygulayıcısı olarak içerde ve dışarda desteklenerek 22 senedir emperyalizmin ileri karakolu olarak görevini icra etmektedir. Ancak ülkemizdeki sürekli kriz ortamında korunmak istenen Suni Denge‘nin(2) , tek başına işbirlikçi bir iktidar partisi marifetiyle sürdürülebilmesi mümkün değildir. Zaman zaman aralarında patlak veren, irili ufaklı kayıkçı kavgası olarak nitelendirebilecek bazı çelişkilere ve it dalaşlarına rağmen ülkemizdeki burjuva diktatörlüğünün tüm unsurları, emperyalizmin ve onun işbirlikçisi oligarşik düzenin yapışkan bir ağ içerisinde sürdürücüsü ve koruyucusu konumundadır. Ülkemizi kılcal damarlarına kadar kuşatmış olan bu düzen partileri, sivil toplum kuruluşları, cemaatler, sendikalar, mafya ve çeteler, belediyeler, holdingler vs. özü itibarıyla ülkemizi egemenler için dikensiz gül bahçesi haline getirecek politikaların, kendilerine biçilen roller doğrultusunda uygulayıcılarıdır.

Ülkemizin burjuva siyasetindeki farklı alanlarını parsellemiş siyasi partilerin, düzen içerisindeki oynadıkları özgün fonksiyonların halkımızın nezdinde teşhir edilmesi oldukça önemlidir. Bu yüzden yazımızda, oligarşik diktatörlüğün bugün için muhalefet sandalyelerinden birinde oturtulan faşist Zafer Parti’sinin ve genel başkanı Ümit Özdağ’ın düzendeki misyonlarını tahlil edeceğiz.

  1. Bir kontrgerilla ajanın biyografisi – Ümit Özdağ

Zafer Partisi Türkiye siyasi arenasına resmi olarak 26 Ağustos 2021 tarihinde Ümit Özdağ liderliğinde kurularak çıksa da aslında hem Ümit Özdağ hem de babası Muzaffer Özdağ düzen siyasetinin uzun yıllardır bilinen aparatları olarak halkımızın tanıdığı figürlerdir.

Muzaffer Özdağ, ülkemizde gerçekleşen ilk askeri darbe olan 27 Mayıs 1960’ta kurmay yüzbaşı olarak komuta kademesinde, bir başka CIA ajanı faşist Alparslan Türkeş’le birlikte yer almış bir askerdir. (3) İçinde bulunduğu Milli Birlik Komitesi adli cuntanın aynı yılın Kasım ayında dağılması üzerine Tokyo’ya sürgüne gönderilmiştir. Ümit Özdağ da babasının sürgün yıllarında Tokyo’da dünyaya gelmiştir.

Lise yıllarında Ankara’da Ülkü Ocakları’nda örgütlenerek siyasete ilk kez dahil olan Ümit Özdağ, sonrasında akademik kariyer yapmak için yıllarca Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya‘da yaşamıştır. Türkiye’ye döndükten sonra, 1992-1994 yılları arasında Ülkü Ocakları’nda Alparslan Türkeş’in talimatı ile özel eğitim gruplarına ders vermiştir. (4) Daha sonra 1999 yılına gelindiğinde ise, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezini (ASAM)‘ı kurmuştur. Bu kuruluş, ülkemizin işbirlikçi oligarşisi tarafından da bizzat fonlanmıştır. (5) ASAM çatısı altında yürüttüğü faaliyetlerle birlikte, artık daha da fazla MIT, CIA ve MOSSAD başta olmak üzere birçok istihbarat kuruluşuyla kendisinin ve yakın çevresinin de doğruladığı yakın ilişkilerde bulunmaya başlamıştır. (6). Bu süreçte sadece 13 defa Israil’e giden Özdağ, yıllar içinde CIA’nin meşhur Ortadoğu şefi Graham Füller’in de içinde olduğu toplantılarda sunuculuk yapacak kadar emperyalizmin gözdesi bir figür haline gelmiştir. (7)

Ülkemizde düzen siyasetinin tam olarak merkezine yerleşmesi ise 2003 yılında MHP’ye katılması ile olmuştur. 2016 yılına kadar MHP’de milletvekilliği ve genel başkan yardımcılığı dahil çeşitli üst düzey görevlerde bulunduktan sonra, kontrgerillanın Asena’sı Meral Akşener’le birlikte 2017 yılında IYI Parti’nin kurucu heyeti arasında yer almıştır. 2021 yılında IYI Parti siyasal çizgisine birtakım eleştirilerini gerekçe göstererek oradan da ayrılmış ve halen genel başkanı olduğu Zafer Partisi’ni kurmuştur.

  1. Zafer Partisi’nin misyonu

2023 genel seçimlerinin arifesi sayılabilecek bir konjonktürde kurulan Zafer Partisi, özellikle batı ülkelerinden aşina olunan siyaset arenasındaki göçmen karşıtlığı koltuğunu doldurmak üzere örgütlenmiştir. Hızla popülerleşmesine vesile olan söylemlerini, genel anlamda yaşanan toplumsal ve ekonomik problemlerin ülkemizde bulunan göçmen ve mültecilerden kaynaklandığı iddiası üzerinden kurgulamıştır. Özellikle de düzenden umutlarını yitirmiş gençlik üzerinden faşizme kitle tabanı yaratabilmek ve onların öfkesinin düzene değil göçmenlere yönelmesini sağlamak için, mültecileri mancınıkla yollamak dahil çok çeşitli ultra-faşist ve popülist söylemi sistematik olarak kamuoyuna servis etmiştir.

Bir klasik Neo-Nazi taktiği olarak halkların yaşadığı yoksulluk ve yoksunlukların öfkesini muktedirlere değil, başka halklara yönelmesini ve birbirlerini boğazlamalarını teşvik etmek için elinden gelen her türlü provokasyon ve yalanı denemektedir. Kendini bir psikolojik harp uzmanı olarak da gören Ümit Özdağ’ın bu konuyla ilgili yazdığı bir kitabi dahi bulunmaktadır. (8) Nazi Propaganda Bakanı Joseph Göbbels’in meşhur “Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bu yalanı sürekli tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaklardır.“ prensibiyle hareket ederek manipülasyon ve provokasyon konusunda her fırsatta sınırları zorlamakta ve oligarşik diktatörlüğe hizmet etmektedir.

Bu hususta verilebilecek en çarpıcı örneklerden birisi, faşizmin 100 binden fazla insanimizi bir gecede enkaz altında katlettiği 6 Şubat Depremleri’nden sonra, halkın devlete yönelen öfkesini bile mülteciler üzerine çekebilmek için süratle manipülasyon görevine başlamasıdır.

11 kentimizin yıkılmasına sebep olan depremler sonrasında, ilk olarak Zafer Partisi’ne yakın sosyal medyadaki ırkçı sayfalar üzerinden Fenerbahçe Spor Kulübü’nün deprem bölgesine gönderdiği yardım tırının yağmalandığını iddiasını servis etmiştir. Hızla yükselen tepkilerden sonra, o tarihte kulübün genel sekreteri olan Burak Çağlan Kızılhan bu provokasyon girişimini röportaj vererek yalanlamak durumunda kalmıştır.

İlk provokasyon denemesinde istediği neticeyi elde edemeyen yerli ve milli Göbbels, daha sonra enkaz kurtarma çalışmasına katılan halktan birini, hırsızlık yapan Suriyeli olarak sosyal medya hesabından fişleyerek yeni bir provokasyonun fitilini ateşlemiştir. Görüntüsünü paylaştığı kişinin basına açıklamalarından sonra bir kez daha yalanı ayyuka çıkan Özdağ, gazeteci Cüneyt Özdemir’in programında bu konuda sorulan soruya pişkinlikle ” Niye özür dileyeyim kardeşim, kendisi özür dilesin“ diyerek adeta düzen içerisindeki dokunulmazlığını ilan etmiştir.

Deprem bölgesine de giden faşizmin bekçi köpeği, halkımız enkaz altındaki sevdiklerini kurtarmak için can siperane mücadele ettiği o süreçte, bu sefer de Suriyelilerin Mersin’de bir kız öğrenci yurduna yerleştirildiği ve orada nargile içtiği iddiasını ortaya atmıştır ve yine oraya giden haberciler vasıtasıyla bir kez daha provokasyon girişimi açığa çıkmıştır.

Yukarıdaki tekil örneklerden de anlaşılacağı üzere, faşist Özdağ esas olarak, halkımızın öfke ve acılarını, şovenizm ve ırkçılık silahlarıyla, başta yaşanan ekonomik kriz ve adli suçlar olmak üzere düzenin kendisine yöneltmesine kalkan olmak için bir kontrgerilla ajanı olarak gerekli misyonu üstlenmektedir. Bu örneklerdeki aşağılık yalanları kısa süre içerisinde teşhir olsa da en azından öfkenin doğrudan düzene ve devlete yönelmesini engelleyebilmiş ve suyu bulandırarak verilen görevini başarıyla yerine getirmiştir.

Depremler üzerinden henüz birkaç ay geçtikten sonra başlayan oligarşinin seçim müsameresinde, partisinden muhalif cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdiği Sinan Ogan adlı faşist, ilk tur seçimlerinin hemen ertesinde artık iktidarı desteklediğini ilan etmiş ve akabinde kamuoyunun gözleri önünde hızla servetine servet katmıştır.

Yukarıda değindiğimiz misyonları dışında, toplumda yaymaya çalıştığı yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla, aynı zamanda sermaye sınıfı için sığınmacıların emeğinin her daim ucuz ve güvencesiz kalmasını sağlayarak bir başka çok önemli fonksiyonu da yerine getirmektedir. Son yıllarda yayımlanan farklı araştırma raporlarına göre ülkemizde bir çalışma izni olmaksızın kayıt dışı istihdam edilen en az 2 milyon göçmen bulunmaktadır. (9) Dolayısıyla, sermayenin emek sömürüsünü katmerlenmek ve oligarşi için dikensiz gül bahçesi yaratmak için neredeyse her problemi göçmenlerin üzerine yükleyerek, eş zamanlı olarak bu çok önemli görevini de icra etmektedir. Ağır koşullarda, ucuza ve güvencesiz çalışan bu devasa emek ordusunun başında kırbacıyla bekleyen bir çavuş olarak oligarşinin koruması altında at koşturmaktadır.

Tüm gücüyle düzene hizmet eden bir aktör olarak aynı zamanda yönetememe krizinin yol açabileceği toplumsal patlamalara karşı da paramiliter örgütlenmelerin teşvik edilmesi ve desteklenmesi için de faaliyet yürütmektedir. Sosyal medya ve kitle iletişim araçlarını etkili kullanarak özellikle gençliğin zihinlerine ırkçı-katliamcı ideolojik zehrini akıtmaktadır. Örneğin, geçtiğimiz aylarda Eskişehir’de 18 yaşında bir çocuğun hücum yeleği, maske ve rambo bıçağıyla parkta insanlara saldırması haberiyle ülkemizin gündemi sarsılmıştı. Kıyafetinde Neo-Nazi amblemi “Kara Güneş“ olan çocuğun, kendine Avrupa’da ırkçı katliamlar gerçekleştirmiş katilleri “aziz“ diyerek örnek aldığı ve Kürtleri, komünistleri ve göçmenleri yok etmek istediğine dair paylaşımları yapılan incelemelerle ortaya çıkmıştı. Sonrasında, yabancı düşmanlığı etkisinde zehirlenmiş ve örgütlenmiş onun gibi birçok gencin bu tarz paramiliter yapılanmaların Telegram vb. platformlarda birbirileriyle iletişimde olduğu ve hatta birlikte askeri eğitimler dahi düzenledikleri anlaşılmıştı. (10) Bunların dışında yakın geçmişte yaşanan Kayseri (11) ve Konya (12) provokasyonlarında da benzer hezeyanlar bu ırkçı gruplar tarafından tetiklendi ve birçok göçmen saldırıya uğradı, dükkânları ve evleri yağmalandı.

Ülkemizde yaşayan halkların bu şekilde sürekli pogrom (13) tehdidiyle yaşaması ve toplumsal fay hatlarının diri tutulması, sermaye sınıfı için halkın öfkesinin kendisine yönelmesi muhtemel durumlara karşı çok önemli bir karşı silahtır. Yakın tarihimize kara leke olarak çalınan, bir çırpıda sayılabilecek 1915 Ermeni Tehciri, 1934 Tekirdağ Yahudi Pogromu, 6-7 Eylül 1955’te ülke sathında Rumlara yapılan saldırılar, Kürdistan coğrafyasında 100 yıldır yaşanan çok sayıda kıyım ve katliam örnekleri düşünüldüğünde, egemenlerin ırkçılığın dinamiklerini hep diri tutmak istemesi ve öfkenin bu sefer de Suriyeli ve Afgan göçmenlere yönelmesinin önünü açabilecek siyasi hareketlere yol vermesi son derece bilinçli bir politikadır. Halkımızın ve onun öncülerinin bu politikaları boşa çıkaracak bilinçte hareket etmesi hayati öneme sahiptir. İspanya’da meşhur bir halkın matbaası olan duvar yazılamasında söylendiği gibi, unutulmamalı ki “Bizi soyanlar göçmenler değil, zengin ve buralı.“ Yoksullar ve ezilenler için dayanışmak ve bu bozuk düzene karşı direnmek dışında, düzen içi bir çıkış alternatifi yoktur. Irkçılık bir hastalık değil, faşist bir ideolojidir ve ona karşı örgütlü ve tavizsiz olarak mücadele verilmelidir.

————————————————————————————————————————————–

Dipnotlar:

(1) Atıf- Mahir Cayan – Bütün Yazılar sy. 391-392 “Bizim gibi ülkelerdeki oligarşik yönetim, rahatlıkla işçi ve emekçi kitlelerinin demokratik hak ve özgürlüklerinin olmadığı tam bir dikta yönetimi ile ülkeyi yönetebilmektedir. Buna sömürge tipi faşizm de diyebiliriz. Bu yönetim, ya klasik burjuva demokrasisi ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan “temsili demokrasi“ ile icra edilir (gizli faşizm) ya da sandıksal demokrasiye itibar edilmeden açıkça icra edilir. Ancak açık icrası sürekli değildir. Genellikle, ipin ucunu kaçırdığı zaman başvurduğu bir yöntemdir. “

(2) Suni Denge Kavramı için bakiniz: Mahir Cayan, Kesintisiz Devrim II-III

(3) TBMM Albümü 2. Cilt (1950-1980), sy. 839

(4) https://zaferpartisi.org.tr/ozgecmis/

(5) Patronlar Dünyası, Pelin Cengiz, 21 Ağustos 2008, “Ülker ‘strateji’ değiştiriyor“

(6) Haber Global TV – Jülide Ateş – 40 Programı

(7) Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ gazetesi, 29 Nisan 2004

(8) Algı Operasyonu ve Psikolojik Savaş, Ümit Özdağ, Destek Yayınları

(9) Teyit.org, Öyküm Hüma Keskin, 27 Mayıs 2023, “Türkiye’deki sığınmacı sayısı: Veriler ne söylüyor?“

(10) Serbesiyet, Oğuzhan Keskin, “Türkiye’de Neo-Nazi yapılanması “Ulusal Cephe”: 11 ilde örgütlendiler, amblemleri kurt, Nazi marşlarıyla poligonlarda atış talimi yapıyorlar“

(11) BBC, 5 Temmuz 2024, “Kayseri olayları: Türkiye genelinde gözaltına alınan 1065 kişiden 28’i tutuklandı“

(12) Artı Gerçek, 2 Ağustos 2023, “Konya’da samanlığı ve evi yakılan Kürt aile: ‘Sizi de Dedeoğluları gibi öldürürüz’“

(13) Pogrom tanımı itibarıyla dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet hareketleridir. Bu şiddet hareketleri genellikle evleri, iş yerlerini veya ibadet yerlerini tahrip etmek, insanları dövmek, yaralamak, tecavüz etmek veya öldürmekten oluşur.

Sosyal ağlarda paylaşın