Okuma Odası’nda Bu Hafta: Ebru’ya Dair Kitap…

Bu hafta Okuma Odası’nda tanıtacağımız kitap bir direnişçiye atfedilen bir kitap.
Kitap, “Susarsak Dilimiz Lal Olsun… Ebru’ya Dair Kitap” adıyla yayınlandı.
Boran Yayınları tarafından çıkarılan 148 sayfalık kitabı derleyen ise Halkın Hukuk Bürosu Enternasyonal Büro.
Ebru Timtik, adalet için girdiği ölüm orucunda şehit düşen bir avukat. Uzun yıllar, mahkeme salonlarında ve dışında sürdürdüğü adalet mücadelesinde canını ortaya koyduğu bir direnişe girdi ve o direnişin sonunda tarihe notlarını düşerek, halkın ölümsüz avukatı oldu.
“Susarsak dilimiz lal olsun” sözü de onun tarihe düştüğü güçlü notlardan biriydi. Kitabın adı haline geldi.
Kitap, hem Ebru Timtik’e dair yazıları, hem de Ebru Timtik’in kendi yazılarını içeriyor.
Kitabın sonunda, halkın tutsak avukatlarından Aytaç Ünsal’ın ve Ebru’nun kardeşi avukat Barkın Timtik’in Ebru’ya dair anlatımları yer alıyor.

ÖNSÖZ’DEN
Kitabın Önsöz’ünden bir bölümü paylaşmak istiyoruz:
“Avukat ölse mezarında hak arar… Böyle söylemişti sevgili Ebru. Ömrü hak aramakla geçmişti. Hak arama yolunda, adalet uğruna mücadelede karanlık bir tünele girdiğinde, önüne „aşılamaz“ engeller konulduğunda, kapıları yüzüne kapayıp karanlığa boğmak istediklerinde -ama sadece onu değil tüm halka yapmak istediklerinde bunu- o bir kıvılcım çaktı, bedenini fener eyleyip karanlığa ışık oldu, tünelin
ucundaki ışığı, kurtuluşu gösterdi…

“Adaletin ekmek gibi zorunlu olması yalnız bir şiir mısrası değil. Biz, adaletin acil ve hayati olduğunun deliliyiz sadece.” demişti bir yazısında.

Arapça bir kelime olan delil, hukukta -yanlış olarak- “kanıt” yerine kullanılır çoğu zaman. Oysa delilin kelime anlamı “yol gösterici, kılavuz” olarak geçiyor sözlüklerde.
Alevi inancında ise delil, çerağ ile birlikte kullanılmaktadır. Farsça bir kelime olan çerağ; kandil, güneş, mum, lamba, çıra anlamına gelmektedir. Yani ışığı, aydınlığı simgeler…
Ebru da adalete adadığı, adalete olan açlığını-açlığımızı dindirmek için açlığa yatarak feda ettiği yaşamıyla adaletin nasıl “acil ve hayati” olduğunun delili, ona ulaşmanın rehberi, o yolun ışığı, aydınlığı oldu aynı zamanda.

Evet, Ebru fiziksel olarak aramızdan ayrılalı bir yıldan fazla oldu belki. Hatta neredeyse iki yıl olacak. Siz bu kitabı okuduğunuzda belki yıllar geçmiş olacak. Ama acımız hala taze, öfkemiz ilk günkü kadar diridir, öyle kalacak… Değil bir yıl; yıllar, yüzyıllar da geçse acımız hala ilk günkü kadar taze, öfkemiz ilk günkü kadar diri olmaya devam edecek.

Ve onu hep iyilikle, güzellikle anacağız. „Kör ölür badem gözlü olur“ diye değil O, hayata hep badem gözleriyle baktığı, bakmakla kalmayıp gördüğü, gördükleri karşısında umursamaz olmadığı için…
Onun umursamaz olduğu tek şey zalimin zulmü ve birgün nasılsa kapısını çalacak olan ölüm olduğu için…

“Bu dünyadan korkar mı sanırsınız beni,
Ölmekten mi korkar sanırsınız,
Canımın, bırakıp bedenimi, gitmesinden mi?
Ölüm gelip gelmemiş umrumda değil.
Yolumu kesen insanca yaşayamamak’’

Böyle demişti Hayyam bir dörtlüğünde. Ebru da işkenceyle kapatıldığı bir polis minibüsünde, elleri arkadan kelepçeli vaziyette, şöyle seslenmişti işkencecilere;
“İsterseniz işkence yapın, ters kelepçeleyin umurumda değil.” Ve eklemişti; “Dilimiz lal olsun eğer susarsak”.

Ebru’nun dili lal olmadı, susmadı. İşkenceyi de ölümü de umursamadı. Lal olan dillerin arasından fırlayarak kör gözlere ışık, lal dillere söz oldu.

HHB Enternasyonal Büro tarafından yazılan önsöz, şu sözlerle sonu eriyor:
“Dedik ya, bu yalnızca fiziksel bir ayrılık. Biliyoruz, Ebru hala bizimle. Adalet mücadelemizde yaşıyor. Ve daima yaşayacak… Sonsuza kadar…
Ve biz dünyaya onun zalimlere öfke; halka, yoldaşlarına ve dostlarına sevgi dolu bakan gözleriyle bakmaya devam edeceğiz.
Elinizdeki bu kitap onun badem gözleriyle baktıkları ve gördüklerine dair kendi kaleminden ve ona yazılan yazılardan oluşuyor.
Mücadelemizde ışık, yolumuzda rehber olması ümidiyle.”

Sosyal ağlarda paylaşın