25 yıllık emeğini, eğitim hayatını, geleceğini kaybeden benim kim bana neyin talimatını verecek? Onuru kırılan adaletsizliğe uğrayan halktan biriyim. Aynı zamanda bu halkın okumuş yazmış tarihsel ve bilimsel olarak yaşatılan süreci kavrayan bir üyesiyim. Sorumluluklarımı yerine getirmemi bir örgüt talimatına bağlayan akıl ancak sorgulama yeteneği olmayan, emir talimat dışında bir hareket tahayyül edemeyen bir akıldır. Benim mücadelem aynı zamanda bu yabancılaşmaya, anti-bilimsel, dayatmacı, ideolojik kuşatmaya…
Açlık; insanın en temel ihtiyacının giderilmemesi durumudur. Bunun herhangi bir talimatla yapılması mümkün olmadığı gibi, 324 gün boyunca sürdürülebilmesi sadece onurunu ve emeğini koruma ahlakı ile mümkündür.
Bu düzen bir insan tipi yaratıyor. Eğitimle ve kültürle, kendisini en az maliyetle ve en az zararla yeniden üretmesini sağlayacak insanlar yaratıyor. Bu insan tipi içinde yaşadığı gerçekliğin farkında değildir. Kendisine çizilen sınırları verili olarak kabul eder ve o sınırların içinde yaşar. Hayata yön vermez. Egemenlerin yön verdiği yaşam içinde kendisine biçilen rolle sınırlandırılmıştır. Özgür değildir.
Yaşadığımız sistem içinde insanın özgürleşmesi bu sınırları açma düşüncesi ve pratiği ile gerçekleşir. Size dayatılanı red ettiğinizde veri sınırları aşmaya dönük bir pratik içine girdiğinizde, ancak o zaman içinde yaşadığınız gerçekle ilişki içine girmiş ve ona etkide bulunmuş olursunuz. Artık egemenlerin yön verdiği gerçeğin içinde yaşayan ve onu yeniden üreten değil ona etki eden onu dönüştüren olursunuz. Gerçekten insan olmaya başladığımız an budur. Çünkü insan olmanın özü gerçekliği dönüştürmektir
O günlerde, bu saldırıyı bugünkünden gördüğüm kadar net ve tüm boyutlarıyla kavrayamıyordum. Ama on cevap vermenin tarihi bir görev olduğunun farkındaydım. Net olarak bildiğim tek şey vardı : Bu saldırı cevapsız kalmamalıydı.
Bu ülkenin aydınları, devrimci, demokrat kamu emekçileri olarak hem bu saldırı karşısında halkın önünde barikat olunabileceğini ve OHAL koşullarında da direnişin yaratılabileceğini göstermeli, hem de bu saldırıya karşı kamu emekçilerinin cephesini örgütlemeliydik. Ve gerçekleri söylemeliydik.
O günlerde AKP terör demogojilerini tırmandırmış, darbe girişimi olarak adlandırdığı olaylar üzerinden her yaptığını masumlaştıracak bir zemin yaratmıştı.
Gerçekleri söylemek gerekiyordu : Esas Fethullahçı yapılanmayı halkın başına bela edenler, yıllarca ülke zenginliklerini birlikte talan edenler olduğunu, bu suçları işleyenlerin kimseyi işinden atmaya hakkının olmadığın yükses sesle söylemeliydik. O gün sokağa çıkmak aynı zamanda, yalanın demagojinin üzerine kurulmuş dizginsiz bir terörün karşısında gerçeğin sesini güvenle haykırmaktı…