Kolay olmadı. Seküler orta sınıfın delirmesinden daha acıklı da olmadı aslında.
Öncelikle bir adet muhafazakâr iktidar gerekti. O iktidarın açtığı alanda “yeni bir yaşam kültürü inşa etmek mümkün” cümlesinin dolaşıma girmesi gerekti. Bu cümlenin çeşitli görünür görünmez etkileri oldu. Bu etkiler zamanla büyük bir toplumsallık üretti ve muhafazakâr orta sınıfla seküler orta sınıf el ele vererek tertemiz delirdiler.
Birinciliği tüketim kültürüne verelim tabii ki. Parası çoğalan muhafazakar orta sınıfın “eee, şimdi ne yapıyoruz?” sorusuna şahane cevap verdi tüketim kültürü: “Beni takip et, ben yolu biliyorum.”
Nargile kafelerden babyshower partilerine, instagram tesettürcülerinden çay romantizmine kadar bir dünya “garabet” tam bu boşluktan sızdı hayatımıza. Tıpkıbasım hatlarla, ederinden fazla ödenen tespihlerle, değersiz ebrularla devam etti yoluna.
“Dolandı, kıvrıldı” falan derken Kâbe’nin önünde evlilik teklifleriyle, hayatı “romantik ve dini” bir şeymiş gibi kurgulayan “pempe dindarlar”la, “abdest suyunu şalımla kurulamak istiyorum” cümleleriyle, duvarlarında hat levhaları asılı çikolata kafelerle, moda haftalarıyla, romantik Bosna turlarıyla, ultra romantik Kudüs gezileriyle devam etti o yol.
Çukurambar’da, Başakşehir’de falan başlayan o yaşam kültürü bugün Fatih’inden Üsküdar’ına, Çankırı’sından Samsun’una her yere sirayet etmiş; kendi tüketim kültürünü de, kendi yaşam formasyonunu da üretmiş bir “sosyal gerçeklik” olarak yoluna devam ediyor.
Delirmenin aslan payı burasıdır.
İkincilik şüphe yok ki kendi iktidar alanlarını canlarından çok seven popüler vaizlerin geliştirdiği din diline gider. Ne anlattıklarını bilemediğimiz, sistematik olmaya inanmak yerine “tık almaya” inanan -dahası buna hiç inanmıyormuş gibi yapan- popüler vaizlerin din anlatımları “sağlıklı olanı” yavaş yavaş şehirden kovdu. En dipteki hadis ve fıkıh meselelerini bilen ama “her gün yaşadığı hayatı” nasıl yöneteceğine dair tek bir oryantasyon parçasına sahip olmayan mat bir zihinsel dünya üretti bu vaizler. Günün sonunda geldiğimiz yer felsefenin şirk kabul edildiği, tekfir edilmek için neredeyse hiçbir şey yapmanız gerekmeyen, Ehli Sünneti yahut Kur’an’ı savunuyorum ayağıyla kendi “matlaştırıcı iktidar alanı”nı savunan adamlarla dolu bir vasat oldu. Acıklı bir vasat…
Hiç de azımsanmayacak bir katkıları vardır bu delirmede.
Bir pay da medyaya elbet… “Burası cephe, mevzi, kavga yeri” diyerek başlayan cümleler giderek “böyle inceliklere burada yer yok” durağına uğrayıp şöyle finalledi kendini: “Sen şimdi eleştiriyorsun ama bu eleştirin kime yarıyor bir düşün?”
Daraldı, daraldıkça salt gündelik politika dilinin içine hapsoldu, hapsolma durumu sürdükçe çölleşmeye benzer bir durumun ortaya çıkmasını sağladı medya. Bugün, gündelik politika konuşmak dışında hiçbir şey yapmadığı için beyni süngerleşmiş milyonlara sahibiz. Çarpılmış, hatta çarpıtılmış bir zihinsel düzleme geldik oturduk. Asıl meselenin ne olduğundan habersiz, herhangi birini her an “hain” ilan etmeye hazır, hakikatin tek sahibinin kendisi olduğunu düşünen milyonlar.
Hiç şüphe yok ki bu delirmede güzide medyamız da elinden geleni yaptı.
Liste daha uzun aslında… “Abi kariyer havuzunuza cvmi attım” cümlesini kurabilmek için STK’cılık yapan gençlik STK’larımızdan bugüne mesaj vermekten başkaca numarasını görmediğimiz tarih dizilerimize, düşünür olacak derken sosyal medya fenomeni olan adamlarımızdan mizah yapıyorum adı altında kanalizasyon ifrazatı üreten yapılarımıza, trol çalıştırmayı marifet zanneden bakanlarımızdan kültür ihale etmeyi iş sayan belediyelerimize kadar herkes bu delirmeye ufak-büyük katkılar sağladı.
Başımıza geleni konuşmanın bile “risk almak” anlamına geldiği tuhaf bir yere geldik. Şundan eminim: Yola çıkarken buraya geleceğimize hiçbirimiz ihtimal vermemiştik.
İsmail Kılıçarslan– Yenisafak Gazetesi