Kuyu tipi hapishanelerde ağır izolasyon ve işkenceye karşı ölüm oruçları sürüyor. 300 günü aşan direniş kritik aşamaya gelirken, Grup Yorum üyesi Vedat Doğan ve İdil Kültür Merkezi emekçisi Metin Kaleli, kuyu tipindeki tecridi ve sahnedeki sansürü anlattı.
“Seni kapalı bir kutuya koyup, izole ettiklerinde pasifleşiyor, köreliyorsun. İnsanda bir sürü psikolojik soruna yol açıyor. Ben de yaşadım o psikolojik sorunları. Kulaklarım kapandı. 6 ay sağır kaldım. Unutkanlık çok fazla oluyor. Hâlâ oluyor. Arkadaşlarımın isimlerinin çoğunu hatırlamıyorum. Bir yıl oldu, zamanla geçiyor bunlar.”

Grup Yorum üyesi Vedat Doğan, kuyu tipi hapishaneden çıkarılmak için 180 gün açlık grevi yaptı. 37 kiloya kalıp, bilinci kapanmaya başladığında “kuyunun” kapağı açıldı.
Bugün hâlâ 10’dan fazla mahpus kuyu tipi hapishanelerin kapatılması talebiyle açlık grevinde ya da ölüm orucunda. Bu mahpuslardan 300 günü geride bırakan Serkan Onur Yılmaz’ın sağlık durumu kritik.
Grup Yorum üyesi Vedat Doğan ve İdil Kültür Merkezi emekçisi Metin Kaleli, kuyu tipi hapishanelerde yaşananları, izolasyon politikalarına karşı süren direnişi ve Grup Yorum üzerindeki baskıları anlattı.
‘Psikolojik sorun yaşamayan kimse yok, amaçları da bu zaten’
Türkiye’de tecrit ve izolasyonun en ağır biçimlerinin uygulandığı yüksek güvenlikli cezaevleri mahpuslar tarafından “kuyu tipi hapishane” olarak adlandırılıyor. Bu yapılarda mahpuslar günün neredeyse 23 saatini tek kişilik hücrelerde geçiriyor. Hücreler 6 adım uzunluğunda, 5 adım genişliğinde. Tek pencere tellerle kapalı. Işık ve hava girmiyor. Mahpuslar yalnızca günde 1 saat boş bir beton zemine çıkarılıyor.
Neredeyse her hapishanede uygulama farklı. Bunlar arasında en ağır şartlara sahip olanları Kırşehir ve Kırıkkale Cezaevleri. Geçen yıl Kırşehir’den Kırıkkale’ye sevk edilen Vedat Doğan, koşulları şu sözlerle anlatıyor:
“Kırıkkale özel olarak belirledikleri bir hapishane. Biz üç Grup Yorum üyesiydik. Her birimiz ayrı bloklarda tutulduk. Mesela sohbet hakkın kırmızı çizgi, kesinlikle uygulamıyorlar. Hastaneye gidemiyorsun. Telefonda ‘hapishanede şu oldu’ dersen çat kapatıyorlar. Başkasıyla görüşmen yasak. Mektuplara üçgen bile çizsen ‘anlaşılmayan semboller’ diyerek el koyuyor, çöpe atıyor.
Sürekli seninle uğraşıyor. Boş bırakmıyor. Geceleri yarım saatte bir lambayı açıyor. Kapıya vuruyor, uyandırıyor seni. Uykuyu haram ediyor. Orada 7 ay kaldık biz.
Orada gerçekten psikolojik sorun yaşamayan kimse yok. Amaçları da bu zaten.”
Sessizlik hukuksuzluğun üstünü örtemiyor
Kuyu tipi hapishanelerin mevzuatta yeri yok. Buna rağmen 15’e yakın hapishanede uygulandığı biliniyor. Hukukta yeri olmayan hapishanelerin başta Adalet Bakanlığı olmak üzere yetkili kurumlar tarafından dile getirilmemesi de dikkat çekici.
“Sessiz sedasız yaptılar. F tipi hapishaneleri kurarken reklamını yapmışlardı, meşrulaştırmaya çalışmışlardı. Bugün kuyu tipi hapishanelerde bu kadar açlık grevi olmasına rağmen Adalet Bakanlığı bir açıklama bile yapmıyor.”
Doğan, kuyu tipi hapishanelerde siyasi tutuklulara uygulanan izolasyonun sadece bugünün değil, Türkiye tarihindeki baskı yöntemlerinin de devamı olduğunu vurguladı:
“Yıllardır F Tipi hapishanelere karşı mücadele verdik. Bazı haklar kazanıldı. Örneğin sohbet hakkı. Adalet Bakanlığı genelge çıkartmak zorunda kaldı. Şimdi ‘yeni bir hapishane tipi yaptık, kazandığınız bütün hakları siliyoruz’ diyorlar.
12 Eylül döneminde cunta her hapishanede farklı politika uyguluyordu. Tıbbi deneyler bile yapıyorlardı. Bugün kuyu tipi hapishanelerde de bunu yapıyorlar. Kiminde tutum daha yumuşak kiminde daha baskıcı. Her gün torbacı gibi uyku hapı dağıtıyorlar. Ben bu uygulamayı kabul edersem kendime olan saygım, onurum ne olacak? Bu şekilde insanlığımızı bitirmeye çalışıyorlar.”
Serkan Onur Yılmaz 306 direniyor

Kuyu tipi hapishanelerdeki tecrit koşullarına karşı tutuklular süresiz açlık grevleri ve ölüm oruçları sürdürüyor.
Bugün Türkiye genelinde Serkan Onur Yılmaz 306. gününde, Ayberk Demirdöğen 185. gününde, Fikret Akar 167. gününde, Ümit Çobanoğlu 105. gününde, Fırat Kaya 47. gününde, Seval Aracı 27. gününde, Ali Dilmen 33. gününde, Gürkan Türkoğlu 45. gününde, Tahsin Sağaltıcı 46. gününde, Hüseyin Özen 45. gününde ölüm orucu ve açlık grevini sürdürüyor.
İdil Kültür Merkezi emekçisi Metin Kaleli, “Önemli geri adımlar atmak zorunda kalıyorlar her seferinde ama Serkan için geri adım atmadılar. 300 günü geçti. Çok kritik bir durumda şu anda” sözleriyle Serkan Onur Yılmaz’ın sağlık durumuna dikkat çekti.
Kaleli, ölüm orucundaki Serkan Onur Yılmaz’ın vücudunda ve yüzünde birçok yara ve morarma görüldüğünü; yürümekte, yatmakta ve uyumakta güçlük çektiğini aktardı.
Grup Yorum üyesi Vedat Doğan, Serkan Onur Yılmaz’ın neden ölüm orucunda olduğunu şu sözlerle hatırlattı:
“Serkan Antalya’da kalıyordu. Beraber kaldıkları arasında 70 yaşında iki insan var. Hasta tutsak bunlar aynı zamanda. O yaşlı insanların da sevkini istiyor. Onlar da sevk olana kadar ben bu açlık grevini sürdüreceğim dedi. Bakanlıktan gelip ‘Seni sevk ettik, niye devam ediyorsun? Başkası için ölmeye ne gerek var?’ diye soruyorlar. Düzen bencilliği aşılıyor ama biz arkadaşlarımızı da düşünmek zorundayız.”
‘Kuyu tipi hapishaneler ülkenin bugününün yansıması’
Hapishanelerde işkenceye varan baskıların ölüm orucunda dahi devam ettiğini vurgulayan Doğan, iki örnek veriyor:
“Bir arkadaşımızın gitar çaldığı için parmağını kırdılar. Hücre aramasında gitarının tellerini kopardılar. Açlık grevinde sandalyeye battaniye koyuyorsun mesela. Kemiklerin batıyor artık. Ben 37 kiloya kadar düşmüştüm. ‘Devletin malına oturamazsın’ diyerek battaniyeyi alıyor altından.”
Grup Yorum’un 15 üyesi açlık grevi ve ölüm orucunun ardından kuyu tipi hapishanelerden diğer tipteki hapishanelere sevk edildi. Doğan, bu direnişlerin önemine dikkat çekiyor:
“İnsanları ölüm sınırına getirip, sonra talebini kabul etmek gerçekten büyük bir eziyet. Arkadaşlarımız ya hakkımızı alacağız ya da öleceğiz diyorlar. Bakanlık kuyruğu dik tutmaya çalışıyor ama nafile. On beş kere yenemediler, geri adım attılar.”
Kuyu tipi hapishanelerde yaşananların iktidarın siyaset alanını baskılayan politikalarından bağımsız olmadığının altını çizen Grup Yorum üyesi Vedat Doğan, gelinen noktayı şu sözlerle özetliyor:
“Bir ülkenin halini görmek istiyorsanız hapishanelere bakın derler ya. Kuyu tipi hapishaneler de ülkenin bugününün yansıması.”
‘Sanatımızdan çok baskılarla, sansürle gündeme gelir olduk’
Vedat Doğan, kuyu tipi hapishanelerde yaşananları aktarırken, sözlerini Grup Yorum’un uzun yıllardır maruz kaldığı baskılarla sürdürdü. Çok boyutlu bir sansüre maruz kaldıklarını belirten Doğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son süreçte sanatımızdan çok baskılarla, sansürle gündeme gelir olduk. X hesabımız son bir haftada 4’üncü defa kapandı. Biz açıyoruz, kapatıyorlar. Daha paylaşım yapamadan kapatıyorlar.”
Bu baskı sadece sosyal medya hesaplarının kapatılmasıyla sınırlı değil. Grup Yorum’un eserleri de arşivlerden siliniyor:
“Spotify’dan bütün albümlerimizi kaldırdılar. Gerekçe istedik, sadece İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla ‘milli güvenlik gerekçesiyle’ olduğunu bildirdiler. Detayı yok. Oysa onlar 20-30 yıllık parçalar.”
Grup Yorum üyesinin düğünü bile engellendi
Grup Yorum’un karşı karşıya kaldığı en ağır saldırıysa tutuklamalar. Grubun şu anda 22 üyesi tutuklu.
“Verilen cezalar da çok ağır. Bir arkadaşımız 10 yıl, bir başka arkadaşımız 7,5 yıl aldı. Sadece Grup Yorum şarkılarını söyledikleri için tutuklandılar.”
Yıllardır sahne yasağına maruz kaldıklarını hatırlatan Doğan, bu yasağı özel hayatlarında dahi hissettiklerini şu örnekle anlattı:
“2023 yılında Grup Yorum üyesi Bahar Kurt’un düğününü yapacaktık. Kendi türkülerimizi söyleyecektik. Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde olacaktı. Saatini öğrenmişler, kuşatmışlar. Geleni çevirdiler. Biz de Nurtepe’deki bir kafede yapalım dedik. Orada da aynı tedbiri almışlar. En son bir evimiz vardı. Evi kuşattılar ama içeride düğünü yaptık.”
‘Kendileri üretemeyince halka güç veren sanatı yok etmeye çalışıyorlar’
Tüm bu yasaklara rağmen Grup Yorum’un sanatından ve mücadelesinden dönmediğini söyleyen Doğan, 40 yıllık geleneği ve yarattığı etkiyi hatırlattı:
“Grup Yorum sanat anlamında güçlü bir damarı temsil ediyor ve onu 40 yıldır koruyor. Çok yoğun baskılara maruz kaldık defalarca ama hiç geri adım atmadık. 2013’teki Haziran ayaklanmasından sonra sanatımızı örgütlü hale getirmeye başladık. Sanat Meclisi’ni kurduk. Şunu gördüler: Müzik çok büyük bir etki yaratıyor insanlar üzerinde. Hep bir ağızdan ‘Amerika katil, defol’ demek, AKP’nin faşizmin gerçek yüzünü göstermek… Bundan çok rahatsız oldular.”
İktidarın bu rahatsızlığı, kültür-sanat alanındaki boşlukla da ilişkili. Doğan, Erdoğan’ın yıllar önce yaptığı bir itirafı hatırlatarak bu tabloyu şöyle özetledi:
“Tayyip Erdoğan, ‘biz kültür sanat alanında bir hegemonya kuramadık’ diye itiraf etmişti. Yavuz Bingöl, Şükriye Tutkun gibi Saray’ın soytarısı olanlar oldu ama bitik durumlar. Kimse saygı duymuyor, konserlerine gitmiyor. Kendileri üretemeyince halka güç veren sanatı yok etmeye çalışıyorlar.”