Başta İstanbul olmak üzere; Edirne, Tekirdağ, Kocaeli’de 200’e yakın insan ıspanaktan zehirlenmiş.
Saray beslemeli medya “ıspanak, Başkan’ın iktidarına komplo yaptı” havasında.
Sadeci ıspanak değil, ıspanak yiyerek güçlenen çizgi roman kahramanı Temel Reis, hatta sevgilisi Safinaz bile “vatan haini”, “casus-terörist” ilan edilecekti.
Neyse ki “Başkan’ın adamları” zehirlenmenin içine karışan “güzel avrat otu”ndan olduğunu açıkladı da ıspanak son anda “hain-terörist” olmaktan kurtuldu ama tarlada ve tezgahta kalmaktan kurtulamadı.
17 yıllık Erdoğan iktidarı Türkiye’yi ıspanak zehirlenmesinden bile bir paranoya yaratan ülkeye dönüştürmüştü.
Şimdi İstanbul Fatih’te evlerinde ölü bulunan dört kardeşin intihar edip etmedikleri, eğer ettilerse neden intihar ettiklerine dair yaşanan tartışmalarda Erdoğan iktidarı aynı paranoyayı üretiyor.
Yaşları 48’le 60 arasında değişen Cüneyt, Oya, Kamuran ve Yaşar Yetişkin kardeşler siyanür içerek yaşamlarına son vermişler.
İçlerinden Oya, Mimar Sinan öğrencilerine modellik yapıyormuş. Cüneyt de kuryelik. Kamuran obezite, Yaşar sara hastasıymış.
Dört kardeş de evlenmemiş, aynı evde oturuyorlarmış.
Ev sahibi kirayı arttırmak istiyormuş ama onlar sekiz aydır kiralarını ödeyememişler.
Su, doğalgaz, elektrik borçları varmış.
Nitekim cenazeleri alınıp kapı mühürlendikten sonra gelen Saray’ın müteahhitleri Cengiz ve Kolin’e ait BEDAŞ evin elektriklerini kesmiş, ödenemeyen 607 lira 16 kuruşluk borçları nedeniyle.
Evlerinin altındaki bakkala da 2 bin 260 lira borçları varmış.
Son birkaç ayda maddi sıkıntılarının iyice arttığı bakkal Yusuf Deniz’in anlattıklarından anlaşılıyor.
Çünkü eve giren tek düzenli maaşın sahibi Oya’nın maaşına haciz konulmuş.
“Genellikle ayın başında borçlarını ödüyorlardı” diyor bakkal Deniz, “Ancak birkaç aydır ödeme yapamamışlardı. Her gün altı yedi ekmek alıyorlardı. Bazen 10 tane aldıkları bile oluyordu. Cuma günü bana borcunu ödeyecekti, ödeyemedi, dedi ki ‘maaşıma haciz koymuşlar.’ Pazartesi günü alışveriş yaptığında ertesi gün bana para vereceğini söyledi. Gelen giden olmayınca biz de merak ettik, telefonu açmayınca şüphelendik, çıktık baktık, sonra da polisi aradık.”
İçeri girildiğinde dört kardeşin cansız bedenleriyle karşılaştılar. Sonuçta siyanürle intihar ettikleri Adli Tıp tarafından belirlendi.
Dairelerinin kapısına “Dikkat siyanür var. İçeri girmeyin. Polisi arayın” diyecek kadar geride kalanları düşünen, zarar gelmemesi için uyaracak kadar insanlık sahibiymişler.
Olay en azından pek çok cephesi açısından çok netken, Saray beslemeli basında bu olay üzerine bir telaş, bir telaş ki sormayın.
Bu intihar haberi dünkü Saray beslemeli gazetelerin tümüne yakınında birinci sayfada yer almıyordu.
İlk sayfalarından veren birkaç Saray beslemeli gazeteler de pul gibi küçük görmüşlerdi bu haberi.
Oysa dünyanın neresinde olursa olsun yaşları 48 ile 60 arasında değişen dört kardeşin topluca intihar haberi en azından birinci sayfalıktır. Gününe göre manşete bile çıkabilir.
Ama daha da vahim bir görev üstlendi Saray medyası.
Hemen hepsi bu intiharların ekonomik boyutunu, yaşanan maddi sıkıntıları gizleyip Erdoğan iktidarının Türkiye insanlarını hangi koşullara mahkûm ettiğini gözden kaçırmaya çalıştılar.
Hatta çoğu işi psikolojik bir faktöre bağlamak çabasıyla daha Adli Tıp raporu çıkmadan “antideprasan içerek intihar ettiler” yalanını yaydılar.
Bu yalana Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da “Açlıktan, sefaletten, fakirlikten intihar şeklinde bir açıklama yapıldı. Bu doğru değildir” diyerek destek verdi.
Sureti haktan görünüp gizliden gizliye Erdoğan iktidarına payanda olan bazı gazeteciler de dört kardeşin intiharının ekonomik sorunlardan kaynaklandığını gözden kaçırmak için “hiç evlenmemişler, dördü de aynı evde oturuyormuş, garip bir durum” gibisinden sosyal medya paylaşımları yaparak sosyologluğa soyundular.
Belli ki Saray’dan beslemeli basına baka baka bazı bağımsız yayın organları da gazeteciliği unutmuş. Onlar da bu yaşanan insanlık dramını yansıtmakta yetersiz kalmışlardı.
Oysa yaşanan gerçek, Erdoğan iktidarıyla birlikte Türkiye’nin vahşi kapitalizminin getirildiği noktayı tokat gibi insanların yüzüne çarpıyordu. Mevcut iktidar da artık kamuoyundan gizlenemez biçimde gerçeklerin ortaya çıkmasından korkuyordu.
Sadece son iki günde yaşananlar bunlarla da sınırlı değil.
Aksaray’daki bir ilkokulda özel eğitim gören otizmli çocuklar diğer öğrencilerin velileri tarafından yuhalanmış. Diğer çocukların velileri “Okulumuzda otizmli çocuk istemiyoruz, çocuklarımıza zarar veriyor” diye gösteri yapmışlar.
Mahallenin muhtarından kentin valisine kadar herkes işlenen insanlık suçuna şu ya da bu şekilde ortak olmuş.
Bu nokta sözün değil, artık insanlığın bittiği yer aslında.
Ama sadece son iki günde yaşananlar bile burada bitmiyor.
Bu yılın Şubat’ından bu yana, yani dokuz aydır kayıp olan bir KHK’lı emniyette ortaya çıktı.
Bundan önce altı aydır, sekiz aydır kayıp olup Terörle Mücadele’de esrarengiz şekilde ortaya çıkan diğer altı kişi gibi, eşi Zehra Türkmen’in anlatımıyla aşırı zayıflamıştı ve elleri bembeyazdı.
Yine siyah transportlarla kaçırılıp aylar sonra ortaya çıkanlar gibi aynı talepte bulunmuş eşi Zehra’dan:
“Twitter paylaşımı yapma, başvuruları geri çek, avukat istemiyorum.”
Bu ülkede insanlar kaçırılıyor, özel bir takım devlet dairelerinde tutuluyor, aylarca işkence altında sorgulanıyor, sonra gökten inmiş gibi kendini poliste buluyor, avukat tutmak istemiyor, hiçbir şey konuşmuyor, hepsi zayıflamış, güneş yüzü görmemiş şekilde büyük bir korku içinde bulunuyor.
Bu ülkede yaşanan hukuksuzluk, işkenceli sorgu ve insan hakları ihlalleri karşısında resmi kuruluşlardan sivil toplum örgütlerine kadar kimsenin sesi çıkmıyor. Bakanlar susuyor, savcılar susuyor, emniyet susuyor.
Sadece birkaç sivil toplum örgütü, birkaç namuslu milletvekili, Cumartesi Anneleri dışında kimsenin gıkı çıkmıyor.
N’oluyor bu ülkeye! Son iki günde yaşananlar bile, bu ülkede insanlığın hepten kaybolduğunu gösteriyor. İnsanlığın terk ettiği bu ülkede yine de insan olma çabasından vazgeçmeyenlere selam olsun.