AVUSTURYA’DAN HALK OKULU DERGİSİ OKURUMUZUN GÜNCEL YAZISINI PAYLAŞIYORUZ
Bir süredir ABD’de kaldığı hastanede tedavi gören Gülen cemaatinin lideri Fetullah Gülen 20 Ekim 2024 gecesi öldü. 83 yıllık ömrünün tamamını emperyalizmin ve oligarşinin gericiliğine hizmette kusur etmeyerek geçirmiş bu hain halkımıza hesap veremeden eceliyle gittiği için üzgünüz. Onu yaratan ABD emperyalizminin örgütüne tahsis ettiği devasa çiftliğinde yaşlanarak değil; ancak kurulacak halk mahkemelerinde işlediği tüm suçların tek tek bedelini ödeyerek ve halkın adaletiyle tanışarak ölmeyi hak ediyordu.
Bu CIA ajanı karşı devrimcinin yaşamındaki köşe taşları ise ülkemizin yakın tarihi açısından pek çok dönüm noktasına karşılık geliyor.
Ülkemiz esas itibarıyla 1950’li yıllarda itibaren işbirlikçi sermaye tarafından NATO’ya peşkeş çekilmeye ve yeni sömürgeleştirilmeye başlanmıştır. Yine bu yıllarda NATO terör örgütü topraklarımızdaki ilk kontrgerilla yapılanmalarından olan Seferberlik Tetkik Kurulu (daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan) kurulmuştur. Doğrudan ABD’nin talimatıyla silahlı kuvvetler içinde yapılanan bu kontrgerilla teşkilatı, esas olarak halka karşı iç savaş ve “komünizm tehlikesine” karşı örgütlenmiştir.
Fetullah Gülen de ülkemizin sömürgeleştirilme yıllarında Erzurum’da doğmuş ve aldığı dini eğitimle genç yaşlarda vaazlar veren bir imam olarak görev yapmaya başlamıştır. Bu dönemde, şehirde konuşma ve ikna yeteneği kuvvetli bir hatip olarak halk arasında tanınmaya başlamıştır. Hızla yayılan şöhreti, emperyalizmin yerel işbirlikçilerinin de dikkatini çekmiştir. Erzurum’da Seferberlik Tetkik Kurulu’nun elemanlarından olan ve bizzat ABD’ye giderek eğitim almış Üsteğmen Esat Keşafoğlu tarafından özel olarak eğitilir ve Nur Cemaati’ne sızdırılır. Dönemin en büyük dini hareketlerinden Said Nursi’nin Nur Cemaati içerisinde kendine taraftar toplamaya ve kitleselleşmeye başlar.
1961 yılında gelindiğinde ise askere gider ve acemi birliğini bir başka Özel Harp Dairesi elemanı Kurmay Başkanı Reşad Taylan’ın yanında yapar. Burada sadece istihbarat elemanlarının görevlendirildiği telsiz eğitimini alır. Kontrgerillanın koruması altındaki Gülen, askeri kanuna göre bir askerin vaaz vermesi yasak olmasına rağmen askeriye içerisinde de vaazlar vermeye ve örgütlenmeye devam etmiştir. Hatta bu durumu yazdığı Küçük Dünyam adlı kitabında şöyle itiraf eder: ‘Askeri elbisenin üzerine cübbe giyilmezken ben böyle bir kıyafetle vaaz ediyordum.’”
Askerlik döneminde aldığı eğitimlerin sonrasında döndüğü Erzurum’da, NATO’nun o dönemki sosyalist ülkelere karşı komplo politikalarını ve halkların sosyalizme yönelmesini engellemek için yapılan her şeyi ifade eden SOĞUK SAVAŞ için hayati önemde olan Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum şubesini kurar ve başkanlığını yapar. Daha sonra imam olarak İzmir’e tayini çıkar ve özellikle kırsaldan gelen öğrencilerle kamuoyunda daha sonra Işık Evleri olarak anılacak hücre tipi örgütlenmelerle kendine talebe ve öğretmenlerden bir kitle tabanı oluşturur.
Hızla yükselen ajanlık kariyerinin en büyük sıçrayış dönemleri ise 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist askeri cuntaları sonrası dönemlerde olmuştur. 12 Mart’ın hemen akabinde TBMM’nin Araştırma Komisyonunun hazırladığı raporda da belirtildiği üzere, Vehbi Koç’un evinde düzenlediği davete katılmış ve burada dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu ve Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür’le tanışmıştır. İkilinin gözüne girmeyi başarmış ve daha sonraki faaliyetlerine onların himayesinde devam ederek daha da güç kazanmıştır. 12 Eylül darbesi sonrası ise ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi için biçilmiş bir kaftan olarak emperyalizmin mutlak desteğine mazhar olmuştur ve düzen siyasetinin dengeleri belirleyecek oranda etkinleşmiştir. Gülenciler; hem sıkıyönetim dönemlerindeki cuntalarla, hem de düzen partilerinin iktidar dönemlerinde tüm siyasi aktörlerle yakın ilişkiler kurarken bir yandan da özellikle milli eğitim, güvenlik ve yargı bürokrasisindeki örgütlenmelerini derinleştirdiler. Önce Sızıntı dergisiyle, sonrasında daha da kitleselleştikleri dönemde de günlük çıkardıkları Zaman gazetesiyle propaganda ağlarını ülke sathında genişlettiler. Kendine ait holdingleri, bankaları, basını ve eğitim kurumları olmakla birlikte, düzenin diğer aktörleriyle organik bağlar geliştirerek ciddi bir güce ulaştılar. Gülen ise 1999 yılında geri dönmemek üzere ABD’nin Pensilvanya eyaletinde bir CIA çiftliğine yerleşmiş ve örgütünü oradan yönetmiştir.
Emperyalizmin bu uzun soluklu projesinin altın yılları ise 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle başlamıştır. Mutlak bir uyumla iktidar ortağı olmanın tüm imkânlarını kullanan örgüte artık bütün resmi ağızlardan “Hizmet hareketi”, Gülen’e ise “Hoca efendi” denmeye ve methiyeler düzülmeye başlanmıştır. Keza CIA’nın Ortadoğu Şefi Graham Füller’in 2003 yılında yayımladığı, ‘Siyasal İslam’ın Geleceği’ adlı kitabında “Fethullah Gülen gibi liberal ve reformist İslamcı güçleri desteklemesi” gerektiğini yazdı ve emperyalizmin bölgesel planlarının bir parçası olarak Türkiye için Erdoğan ve arkadaşlarını işaret etti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin model ülkesi olarak Türkiye’yi belirleyen Amerikan emperyalizmi; Gülen-Erdoğan ortaklığındaki bu yeni “Ilımlı İslamcı” iktidara tüm gücüyle gerekli desteği sağladı. Bu desteğe karşılık Erdoğan’ın başbakanlığının ilk yıllarında kendini sıklıkla “BOP’un eş başkanı” olarak ilan etmesi de iktidara getiriliş sürecinin arkasında emperyalist desteğin açıkça tasdiki niteliğindeydi.
2013 yılından itibaren ortaklar arasında başlayan kayıkçı kavgası ise kamuoyunda dersaneler krizi, MİT tırları vakası ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu benzeri gündemlerlerle derinleşmiş; en nihayetinde ise 15 Temmuz 2016 tarihinde örgütün silahlı kuvvetler içindeki yapılanması olan Yurtta Sulh Konseyi’nin darbe girişimiyle arşa çıkmıştır. Sonuçları itibarıyla AKP faşizmine adeta can simidi olan bu darbe girişimi neticesinde, Erdoğan’ın başında olduğu klik hem Gülencileri tasfiye etmiş hem de 2 sene sürecek olan olağanüstü hal uygulamasını başlatmıştır. Tüm demokratik kazanımları ve hakları askıya aldığını ilan eden azgınlaşmış AKP faşizmi, bu yolla emperyalizmin GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) hükümlerini yerine getirerek yeniden efendilerinin onayını almaya çalışmıştır. Yüz binlerce kişiyi bir gece işsiz bırakan kanun hükmünde kararnamelerle halkı teslim almaya çalışan oligarşi, herkesin sindiği bu süreçte kendisi için dikensiz gül bahçesi beklerken, Yüksel Direnişi barikatına toslamıştır.
2016 sonrası dönemde ise CIA’den tahsisli çiftliklerinde, geçmiş iktidar dönemlerinde elde ettikleri birtakım istihbaratları satarak ve salt bir ticari örgütlenme gibi yurtdışındaki çeşitli yatırım ve eğitim kurumları üzerinden ekonomik faaliyet yürütebilen Gülenciler, yaşadıkları hezimetle eski manevra kabiliyetlerini büyük oranda yitirmiştir. Uzun süredir hastalıklarla boğuşan Fetullah Gülen’in ölümü ise örgüt içinde bir parçalanma sürecine yol açacak gibi gözüküyor.
Halkımızın ideolojik ve kültürel olarak zehirleyerek, ülkemizi, topraklarımızı ve değerlerimizi emperyalizmin çıkarları için peşkeş çekerek hizmetini tamamlayan bu karşı devrimci ajanın arkasından bugün beddua eden iktidar çevresindeki iki yüzlüler ise ise daha önce onun eteğini öpmek için sıraya girenler olması tesadüf değildir. Düzen siyasetlerinin her daim birbirine açılan gizli kapıları vardır. Devrimci şair Bertolt Brecht’in ünlü dizeleri, işbirlikçi oligarşinin tarihsel serüveninin en kısa ve güzel özetidir:
“Kapıların arkasında bölüşürler pazarı;
Çıkarları çatışınca, başlatırlar savaşı… ”