12 TEMMUZ DRENİŞİ
YER: stanbul Dikilitaş, Balmumcu, Niantaş, Yeni Levent
TARH: 12 Temmuz 1991
12 Temmuz 1991 günü, 10 devrimci, iktidarn emrindeki terör güçlerincetüm halkn gözü önünde güpegündüz katledildiler.
O gün polis telsizini dinleyenler, Saat: 19.30 sularnda İstanbul’daki tüm emniyet güçlerine ardarda yağan talimatlar işittiler. Polis şefleri, çevik kuvvetin, siyasi şube elemanlarnn, çelik yelekli timlerin, panzerlerin, itfaiye araçlarnn, Dikilitaş, Balmumcu, Nişantaşı ve Yeni Levent’te mevzilenmesini, bu mahallelere tüm giriş ve çıkışların tutulmasını, halkın sokaklara çıkmasının engellenmesini, evlerinde olanların pencerelere yaklaşmasına izin verilmemesini istiyordu.
Binlerce polis, verilen emirle birlikte, bu dört mahalleye aktı. Halk şaşkındı, tedirgindi, korku içindeydi…
Ne oluyordu?.. Bunca polis ne için gelmişti? Mahalleyi niçin işgal etmişti? Kendi deneyleri ve saduyularıyla,devlet güçlerinin halkın lehine bir şey yapmayacağını sezebiliyor, polisin bir saldırı hazırlığı içinde olduğunu görebiliyorlardı.
İnsanların evlerine gitmesine, pencereden kafasını çıkarmasına dahi izin verilmemesi, gizli kapaklı bir şeylerin döndüğünü, halkın bazı şeyleri görmemesi istendiğini ortaya koyuyordu. Her gün basında çıkan haberlerden, birilerinin sokakta, evde sorgusuz sualsiz öldürüldüğünü de biliyorlardı.
Çok geçmedi, silah ve bomba sesleriyle sarsıldılar. Bu seslere eşlik eden devrimci sloganları ve marşları duydular… Tahrip gücü yüksek bombalar peşpeşe patlıyor, her yana barut ve yanık kokusu yayılıyordu. Tüm mahalle halkı her silah sesinde, her bomba patlayışında yeni bir insanın katledildiğini düşünüyor, merak içinde bekleşiyorlardı.
Ve nihayet ambulans sinyalleri işitildi. Meraklarını yenemeyenler katledilen insanların cesetlerini görebilmek için pencerelerden dışarıya baktılar; ve birer birer götürülen cesetlerle karşılaştılar. Dikkatlerini çeken en önemli şey,girilen yerden sağ çıkarılan hiç kimsenin olmamasıydı.
Tekniğin tüm olanaklarıyla donanmış binlerce polis, panzerler eşliğindeki çelik yelekli ölüm mangaları, her nasılsa sağ ve yaralı olarak kimseyi yakalayamıyor, herkesi ölü olarak ele geçiriyordu.
Bu bir katliamdı… 10 devrimcinin dört ayrı yerde, aynı saatlerde, aynı yöntemlerle bilinçli olarak katledilmesi eylemiydi.
Katliamın ardından polis telsizleri yeniden çalışmaya başladılar, ölüm mangalarına saldırı emri verenler artık onları kutlayabilirdi. Ve katiller “gözlerinden öpülerek” kutlandılar.
Her şey planlandıı gibi yapılmış, operasyon tamamlanmıştı. Artık halk evinden çıkabilir, evine gidebilirdi.
Merakla korku içinde bekleşen insanlar, “operasyonun bittiğini” duyuran anonsla yığınlar halinde sokağa
fırladılar. Barut ve yanık kokusu tüm mahalleye yayılmıştı. Ev ve işyerleri bombalarla tahrip olmuş duvarlar kurşun delikleriyle dolmuştu. Sokaklarda mahalle halkının “efendi insanlardı”, “iyi insanlardı” dedikleri yoldaşlarımızın henüz kurumamış kanları vardı.
Ve halk tedirginlik içinde, korku ve endişeyle birbirine soruyordu:
– “Neden? Suçu neydi bu insanların?”
-“Bu nasıl iştir, hiç kimse sağ yakalanmıyor?”
Sorular soruları izliyor, fısıltıyla her yana dalga dalga yayılıyordu: Devletin katliam ve yok etme politikasını bilen bazı kesimleri suskunluk içindeydiler; gerçei söylemeye cesaret edemediler.
Devletin “büyük” ve “yüce” olduğuna inananlar, bir ev ya da işyerinde 3-4 insanı, binlerce polisle, panzerlerle ve özel timlerle çevirip bombalarla imha etmenin “büyüklük” ve “yücelik” olmadığını gördüler… devrimciler, yurtseverler, katliamın her saniyesini belleklerine kaydettiler. Halkın sessizliğinden, tepkilerini yer yer dile getirmesinden, duyduğu öfkeden, oligarşinin tüm katletme gücüne ramen ne denli çaresiz olduğunu da gördüler.
“Neden katledilmişlerdi?”, “Neden teslim olmamışlardı?..” Bu sorular aynı günün gecesi saat: 01.30’da TV haber bülteninde katliama dair ilk açıklama yayınlandığında tüm Türkiye’de sorulur oldu.
TC tarihinde belki ilk defa, tüm halkın gözleri önünde, güpegündüz, devletin ölüm mangaları, operasyon düzenledikleri üç işyeri ve bir evde bulunan herkesi ölü olarak ele geçirmişti. İktidar, kendi yasalarını, hukuk
kurallarını bir yana iterek bundan böyle adeta terörün tek geçerli “yasa” olacağını ilan etmişti…
10 Yoldaşımızın Ustanbul’da, iki yoldaşımızın Ankara’da katledilmesi, oligarşiye ve emperyalizme karşı
sürdürdüğümüz 20 küsur yıllık savaşta, uğradığımız ilk katliam değildir. Biz Kızıldere’de, idam sehpalarında, işkencehanelerde, zindanlarda, sokaklarda evlerde, dalarda defalarca öldük. Ve istisnasız her seferinde, tüm iletişim araçları kullanılarak “çökerttik”, “yok ettik”, “büyük darbe vurduk” propagandası yapılarak halk kitlelerinin güvensizliğe düşürülmesi, umutlarının tüketilmesi amaçlandı.
Ama başaramadılar!
Her darbe sonrası mücadele eskiyi aşarak ilerledi.
Zulme ve işkencelere direnen, cinayet ve katliamlara göüs geren devrimcilerin “Bağımsız Türkiye”, “Kahrolsun Faşizm”, “Yaşasın Sosyalizm”, “Yaşasın Devrimci Sol” şiarları yayılmaya devam etti. Bu şiarlar egemenleri vuran bir kurşun oldu, katledilen devrimcilerin yerleri misliyle dolduruldu.
YÜRÜYÜŞ 125. SAYI