AKLIMIZI YOK ETMEYE VE DOLAYISIYLA İNSANLIĞIMIZI YOK ETMEYE YÖNELİK EN AMANSIZ VE EN AZGIN SALDIRILAR EMPERYALİZMİN SALDIRILARIDIR
Emperyalizm sadece kapitalizmin son aşaması değildir. Aynı zamanda bütün sömürücü sistemlerin son aşamasıdır. O, sömürü sistemlerinin ölüme yazgılı halidir. Sosyalizmin yani eşitlik-özgürlük ve adalet toplumunun kurulmasının ön günüdür.
Dolayısıyla ölümcül yara almış canavar ölmeye yaklaştıkça can havliyle nasıl sağa sola şuursuzca saldırırsa o da aynısını yapmaktadır.
Ve yaşamasının en önemli koşulu halkın aklını ve insanlığını yok etmek olduğundan aklımıza ve insalığımıza en ağır, en kabulenilmez saldırılar da bu dönemde söz konusudur.
Emperyalizm, 8 milyar insanın sadece yüzde 0.8’ini oluşturanların tüm dünyadaki servetin yarısından fazlasına sahip olacak kadar adaletsiz bir sistemin adıdır. Bir avuç tekelci, emeğimiz dahil her şeyimizi gasp ederken, dünya halklarının payına düşen işsizlik, açlık, yoksulluk, uyuşturucu, fuhuş, kumar ve yozlaşma bataklığıdır.
Dolayısıyla sınf çelişkilerinin en derin olduğu ve her gün daha fazla derinleştiği bir sömürü sistemidir emperyalizm. Sınıflar savaşı emperyalizm döneminde sadece fiziki olarak değil ideolojik olarak da en şiddetli biçimde sürmektedir. Yani beyinlerimizin işgali için emperyalizm elindeki tüm olanakları seferber etmekte ve en saçma akılsızlıkları bile halka kabul ettirmektedir.
Hatta emperyalizme karşı sosyalizm için savaştığını söyleyen bir çok sol hareketi bile etkisi altına aldığı ve solu solla vurma politikasını en etkin şekilde harekete geçirdiği de bugün inkar edilemez bir gerçekliktir.
Eski CIA başkanının şu sözleri ibret vericidir:
“…İnsanın en kritik noktası zihnidir. Zihne bir kez ulaşıldı mı, “siyasi hayvan” mermilere bile gerek kalmadan yenilgiye uğratılabilir. Hedef bütün halkın zihnidir.” (Eski CIA Başkanlarından Alen Dulles.)
Açık bir şekilde insanı köleleştirmenin, insanlığını ve aklını yok etmenin onu sindirmek, kontrol altına almak olduğunu dile getire bu CIA Başkanı, bunun insanı hayvanlaştırmak olduğunu da açıkça dile getirmektedir.
Irak’ da Suriye’de ve en son Filistin taarruzunda,”barış” adına oralara konumlandırılan Birleşmiş Milletler görevlilerinin, bir yandan soykırımları ve işkenceleri gizlerken diğer yandan çocuklara, kadınlara ve yaşlılara yaptıkları makyajlarla Iraklıların, Suriyelilerin ve Filistinlilerin nasıl gaddar olduklarını ispatlamaya çalışması sahtekarlığı işte tüm dünya halklarını böyle bir “siyasal hayvan” haline getirme çalışmasından başka bir şey değildir.
Irak’a saldırısında, akıl almaz katliamlar, işkencelerle 1,5 milyon insanı katleden emperyalizm, bunları hiç kaale almayan ama ekranlarda gözümüze sokulan karabatağa tüm dünyayı ağlatması kadar, hiç aşağılanmamış ve yok edilmemişti insan aklı.
Sokakta yürüyen sıradan insanları “Seni Seviyorum Amerika” şarkıları eşliğinde helikopterlerden makinalı tüfekle taranmasını, Ebu Gureyb hapishanesindeki işkence vahşetini, hapishanedeki Iraklı kadınların “Amerikan piçlerinin tecavüzüne uğramaktan bıktık, ne olur burayı bizimle havaya uçurun” feryatlarını, Irak halkını Saddam’ın baskı ve teröründen kurtarmak adına meşrulaştırması, gizlemesi insanlık ve akıl adına nasıl kabul edilebilir?
Bir lise öğrencisinin hayalinde canlandırdığı ödevini, Irak’ da kimyasal silahların varlığının ispatı diye Birleşmiş Milletler Toplantısında anlatan ve bütün dünyadaki basın yayın organlarında defalarca gösterilen Colin Powell’ in konuşmasını nasıl unutabiliriz? Ve bu dışişleri bakanının bir zamanlar Amerika’da yüzyıllarca köleleştirilen ırktan gelen bir siyahi olduğunu nasıl göz ardı edebiliriz?
Irak’ dan çekilirken örgütlediği ve askeri üslerindeki bütün silahları teslim ettiği, dünyanın gördüğü en vahşi katliam örgütü IŞİD’i Ortadoğu halklarının başına bela eden, sonra da bu beladan aynı halkları kurtarma adına geri dönen ABD’nin yaptığının, tıpkı fillerin köleleştirilmesinde kullanılan oyuna benzemesini ibretle seyretmedik mi?
Hatta bırakalım sıradan halkları, kendine ulusal kurtuluşçu, sosyalist diyenlerin bile akıllarının yok edilerek bu oyunda filler gibi köleleştirildiğini ibretle seyretmedik mi? Ve halen Ulusal hakların baş gaspcısı, tüm dünya halklarını esaret altına alarak sömürgeleştirmenin baş uygulayıcısı ABD emperyalizmi ile işbirliği yaparak ulusal hakları kazanacağını iddia etmek, hatta onun bayrağı ve yönetimi altında silah elde sosyalizm için savaştığını söylemek akıl adına savunulabilir mi?
Anlı şanlı ML partilerin ve örgütlerin, LBGTİ adına silahlı gruplar oluşturmaları, “Bu İbneler Bizi Öldürür” pankartları ardına geçip silahları ile poz vermeleri hangi akıl adına savunulabilir?
Dünyada her yıl 750 bin kişinin ölümüne yol açan bir katliam projesinden başka bir şey olmayan LBGTİ projesi, nasıl insan hakları ve hatta sosyalistlik adına savunulabilir? Ve bunu kabullenmeyenler nasıl insanlık düşmanı ve hatta faşistlikle suçlanabilir?
Her yıl halkları köleleştirmek, ülkeleri sömürgeleştirmek, yağma ve sömürüsünü daha da katlamak adına silahlı saldırılarda yaklaşık 1 milyon insanı katleden, en az 30-40 milyon insana işkence eden emperyalizm, insan hakları şampiyonu geçinirken, türkü söylemekten başka bir şey yapmayan Grup Yorum nasıl terörist yerine konabilir?
Şimdi tekrarlama pahasına da olsa İnsan Hakları adına yapılanlara bakalım:
Halkın emeğiyle ürettiği ve tarih boyu biriktirdiği her şeyi, tüm dünyadaki yeraltı ve yer üstü servetlerini gasp etmek,
Para ve mülkü tanrılaştırarak insanları onların esiri haline getirmek ama halkın yıllardır tasarruf ederek biriktirdikleri ile edindiği başını sokacak evini bile sırasında gasp etmek,
Eğitim kurumlarında ve tüm kültürel politikalarında insanları bencilleştirici bir politika izlemek, özellikle halkın birliğini engellemek için insanın en doğal özelliği olan toplumsallığı yok etmek, herkesin içine birer BEN TANRISI yerleştirerek yalnızlaştırmak ve psikolojik bunalımlara sürüklemek,
Irkçılık, faşistlik, soy kırımcılık…
Yılda 750 bin insanın ölümüne neden olan LBGTİ’ leri yaygınlaştırmak,
Yılda 450 bin insanın hayatına mal olan, sayısız insanı şizofrenik beyin hastası yapan, aileleri darmadağın eden, Anneyi çocuğuna, çocuğunu anneye düşman haline getiren uyuşturucu kullanımını yasallaştırmak,
Ülkeleri sömürgeleştirmek, tüm ulusal ve sosyal hakları gasp etmek,
Fuhuş yapmak-yaptırmak, fuhuş patronu olmak, kumar oynatmak gibi her türlü yozlaşmayı yaygınlaştırmak,
Ahlaksızlık, Nihilistlik, biyolojik ihtiyaçlar dışında hiç bir değer tanımamayı ve bunu en büyük özgürlük olarak anlatmayı tüm insanlığa dayatmak,
Milyonlarca insan katledilirken bile “Nasılsa ben değilim” diye seyreden, yani Marks’ın deyimi ile insanları kendi postundan başka bir şey düşünemez hayvanlar haline getirmek,
Bütün bunlar İNSAN HAKLARI… !
Şimdi de İNSAN HAKLARI ŞAMPİYONLARININ hak saymadıklarına bakalım:
Düşünce özgürlüğünü sadece kendi vahşi düzenini savunmak
Düşüncede bile düzenin sınırları dışına çıkmak, sömürü ve zulmetme “haklarına” karşı çıkmak, özellikle sosyalizm gibi düzen karşıtı düşünce ve eylemlerde bulunmak,
Türkü söylemek,
Düğün veya Nişan gibi geleneksel toplantıları dahi onların belirlediği kurallar dışında yapmak,
Kendi makamlarından YASAL başvurusu yapılmış eylemler tertiplemek, bu eylemlere katılmak,
Kültürel faaliyetlerin, eğlencelerin, dinlencenin gerçekleştiği, insanların sorunlarını ortaklaştırıp, tartışıp çözümler aradığı alternatif tatiller olan aile kampları organize etmek, bu kamplara katılmak,
Çocuklarla koro kurmak türkü söylemek,
Örgütlenmek,
Her ne biçimde olursa olsun hak-hukuk demek, mücadele etmek,
Haklarımızın gaspına karşı direnmek
İşkencelere, katliamlara, sömürgeciliğe, emperyalist savaşlara karşı çıkmak,
Kendi ulusal kültürünü savunmak
Emekçilerin sınıf çıkarlarını savunmak, sömürülmeye karşı çıkmak,
Tarihsel halk kahramanlarını savunmak, bilince çıkarmak,
Kadınların eşit haklara sahip olmalarını savunmak
İşte size İNSAN HAKLARI ve işte size İNSAN HAKLARI ŞAMPİYONLARININ yasakladıkları…
Ve bütün bunları İNSAN HAKLARI adına savunan Batıdan doğuya milyarlar ve özellikle pek bilmiş aydınlar!…
Ve hatta ML adına, Ulusalcılık adına LBGTİ savuhucubu kesilen pek sayın akıllı solcular! Kutsal saydıkları şehit önderlerini anmak için yaptıkları etkinliklerde trans (dönme) dansöz oynatacak kadar akıl sınırları dışına çıkan bilimsel ML’ler! Kadın hakları adına genelev patronları için ortalığı ayağa kaldırırken, vahşice katledilen, işkencelerden geçirilen, tecavüz edilen kadınlarımız için kılını bile kıpırdatmayan feministler veya KADIN HAKLARI SAVUNUCULARI!
Şimdi bunların hangisinde akıl var söyler misiniz?
İnsan aklı hiç bu kadar yok edilmiş midir, hiç bu kadar aşağılanmış mıdır?
İnsanlığımızla hiç bu kadar oynanmış mıdır? İnsanlık hiç bu kadar hayvani sınırlara hapsedilmiş midir?
Hiç bu kadar ahlaksızlık ahlak yerine konmuş mudur! İnsani değerler hiç bu kadar çürütülmüş müdür?
BEN-PARA-ÖZEL MÜLK tanrılarının hiç bu kadar kendinden geçercesine şahlandığı görülmüş müdür?
İşte emperyalizmin insanlığı getirdiği nokta, ve işte aklımızın dayandığı yokluk sınırları!..
Emperyalizm bütün bunları kötülük olsun diye yapmıyor! Ya da başka seçenekleri olduğu halde bu akıldışılığı tercih ediyor değil!
Emperyalizmin , sistem olarak başka yolu yoktur. Yönetebilmesi, hakimiyetini uzatabilmesi için bu sisteme ihtiyaç duyuyor.
Emperyalizm çürüyen ve asalak kapitalizmdir. Tüm sömürü toplumlarının ahir zaman sistemidir. Tüm sömürü toplumları nasıl çürüyerek yok olmuşsa o da çürüyerek yok olmaktadır. Kendisi çürürken insanlar olarak tek ayrıcalığımız olan aklımızı tamamen yok etmek, dolayısıyla insanlığımızı tamamen elimizden almak dışında yaşam olanağı bulması mümkün değildir.
O nedenle tüm halklar olarak emperyalizme karşı mücadelemizi, sadece sömürülmeye karşı çıkmak, haklarımızı savunmak ve geliştirmek olarak sınırlandırmamız yeterli değildir. Hatta kazandırıcı değildir… Kazanmak için, insanlığımızı çürütmelerine, yozlaştırmalarına ve yok etmelerine karşı da mücadele etmek şarttır. Hatta binlerce yıllık sömürü sistemlerinin halkın ruhuna sindirdiği kölelik kültürüne karşı mücadele etmemiz şarttır. Kuşkusuz ki bunu emperyalizme karşı mücadele dışında başaramayız. Bu mücadele dışında kendimizi yenilememiz mümkün değildir. Ancak bu mücadeleyi verirken, aklımızı ve insanlığımızı emperyalistlerin elinden almak için mücadeleyi de esas mücadele alanlarımızdan biri haline getirmeliyiz. Bunun için ideolojik ve kültürel mücadeleye hiç bir zaman olmadığı kadar önem vermek zorundayız! Emperyalizmin bin bir yoldan etkileme çabaları karşısında aklımızı geçilmez barikatlarla donatmalıyız. Sonra da halka bunu öğretmek zorundayız.
Bu konuda devrimci hareketin özellikle 1990’ lardan sonraki ideolojik duruşu ve emperyalizmin beyinler üzerindeki çalışmalarını bilince çıkarma çabaları örnek alınmalıdır. Devrimciler bu mücadelelerinde olağan üstü birikme ulaşmışlardır. İdeolojik sağlamlıkları, emperyalizmin fiili ve ideolojik saldırılarına karşı gösterdikleri müthiş direniş tüm dünya halkları için paha biçilmez dersler içerir.
Bu birikim karşısında “Hiç Bir Şey İçin Ölmeye Değmez…” ,”Biz Yaşamdan Yanayız”, “Barış” adına ortaya atılan zırvaların hiç bir kıymeti kalmamıştır artık. Bunları diyenlerin, savunuyor göründüklerinin aksine ölümden, çürümeden ve savaştan yana oldukları gün gibi açığa çıkmaya başlamıştır.
DİRENİŞ YAŞATIR TESLİMİYET ÖLDÜRÜR dedi devrimciler. Artık bu kimsenin inkar edemeyeceği gerçek haline gelmiştir!
DİRENMEYEN ÇÜRÜR dedi devrimciler… Artık çürüyenler öylesine kokuşmuştur ki, maskesiz yanlarına yanaşmak mümkün değildir!
Direnenler büyük değerler yaratarak ilerlerken, direnmeyenler ise insanlık ve akıl adına traji komik durumlara düşmeden tek bir adım atacak halde bile değildir!
Ve tarih hükmünü bir kez daha vermiştir:
EMPERYALİZM KAĞITTAN KAPLANDIR!
İNSANLIĞINI EMPERYALİZMİN ELİNDEN KURTARANLAR YENİLMEZDİR!
BU HAKLI DAVADA KATLEDİLENLER EBEDİ YAŞAMA KAVUŞAN İNSANLIK ABİDELERİDİR!
HİÇ BİR SÖMÜRÜ VE ZULÜM SİSTEMİ ONLARLA BAŞ EDEMEMİŞ VE EDEMEYECEKTİR!
BUGÜN TÜM DÜNYA HALKLARI VE ONLARIN EVLATLARI BU UĞURDA CAN VERENLERİ ASLA UNUTMAYACAKTIR.
BU UĞURDA HER TÜRLÜ FEDAKARLIĞI GÖZE ALARAK MÜCADELE EDENLERİ ASLA YALNIZ BIRAKMAYACAKTIR!
HERKES SAFINI BU GERÇEKLER EKSENİNDE BELİRLEMELİDİR!
Bu safı seçmenin ne anlama geldiği, ve bu safın yenilmez yolcuları olmak için ne yapmamız gerektiği hiç bir devrimci için sır değildir. Bir dahaki yazımızda bunun üzerinde duracağız! Daha açıkçası insanlığımızı ve aklımızı sömürü ve zulüm sistemlerinden nasıl kurtaracağımızı işleyeceğiz!
Bu belkide başka bir seri yazı konusu olacaktır. Çünkü bu mücadele kendimizi tepeden tırnağa yeniden yaratma mücadelesidir. Ve belki de en sancılı mücadele sahalarından biridir. Ve diğer bütün mücadele sahalarında en önde yürümeyi göze almadan bu sahadaki mücadeleyi de kazanmamız mümkün değildir. Bu mücadeleyi kazanmamızın da ötesinde, emperyalizmin yüz binlerce araçla ve binbir yolla yeniden ve yeniden aklımıza girmeye çalışmasına karşı sürekli bir teyakkuz halinde olmak zorundayız.
Şunu da gelecek konularımızı şimdiden düşünmek için vurgulayalım: Bu mücadelenin ana silahı ÖZ ELEŞTİRİDİR! Sömürü düzenlerinin insanlarında ve BEN tanrılarında asla bulamayacağınız bir silahtır bu. Bize aittir. Devrimcilerden başkalarına kısmet olmayandır. Ve etkisi müthiştir.
Bu silahı eline alanlar yenilmezlik ve hatta ölümsüzlük iksiri içmeye başlarlar… Bu silahı eline almayanların veya elinden atanların ise gerçek devrimciler olabilmeleri mümkün değildir.
Mahir Çayan’ ın: “KENDİ KİŞİLİĞİNDE DEVRİM YAPAMAYANLAR DEVRİMCİ OLAMAZLAR!” Dediği de işte tam budur. Bu silahı gerçek muhtevası ile benimsemeyenleri, içlerindeki “BEN” tanrısı sürekli yanlış ve zaaflarını savunma konusunda dürter durur. En inkar edilmez zaaf ve eksikler konusunda bile kendinizi tam bir savunma psikolojisi ile karşı karşıya bulursunuz böyleleri karşısında.
O nedenle,
SAFINI DEVRİMCİLERDEN YANA SEÇENLER, ÖZELEŞTİRİ SİLAHINI DA KUŞANMAK ZORUNDADIR. AKSİ HALDE BU YOLUN KARARLI VE TEREDDÜTSÜZ YOLCULARINDAN OLAMAZLAR!
SAFINI DEVRİMCİLERDEN YANA SEÇENLERE VE BU YOLDA YÜRÜMEKTE ASLA TEREDDÜT ETMEYENLERE SELAM OLSUN…