“BEN” TANRISINI İNİNE KADAR KOVALAYIP SÜREKLİ VURUŞLAR YAPMADAN AKLIMIZI GELİŞTİREMEZ SOSYALİST İNSAN KİMLİĞİNE ULAŞAMAYIZ
Kapitalist kültürün, dolayısıyla kapitalist kültürle şekillenen kişiliğin ana çekirdeğinin BEN TANRISI olduğunu vurgulamıştık.
Bir kültürden tamamen onun karşıtı olan farklı bir kültüre geçmek o kadar kolay değildir. Bunun ne kadar zorlu bir yolculuk olduğunu yaşayanar çok iyi bilirler.
Devrimci saflarda bulunmasını yeterli görenler ve bu zorlu yola koyulmayanların idrak edebileceği bir şey değildir bu. Onlar zaten saflarda eğreti duranlardır. İlk fırtınada savrulacak olanlardır. Devrim mücadelesini varlık sorunu olarak görmeyenlerdir.
Hatta devrimci saflarda varlıklarını lütuf olarak görüp süreklü kendilerini dayatanlardır. En küçük eleştiri karşısında alınan, sürekli statükolar kuran, kendine sınırlar çizenlerdir. Bu statükoları bozulmaya çalışıldığında ise çok rahatlıkla “Ben devrimci değilim” diyebilirler. Hem devrimci saflarda bulunup hem de bunu demek gerçekten garip ve anlaşılmaz bir durumdur. Sorarsınız “Neden böyle söylüyorsun?” diye, size profesyonel devrimciliği tek devrimcilik olarak tanımlar. Öyle olamayınca da kendini devrimci saymaz.
Devrimcilik, devrimciliği benimsemekle başlar. Devrim yolunda yürüdükçe, çeşitli kademelerine doğru da tırmanabilirsin. Veya ilerlemişken gerilere de düşebilirsin. Ama bunları istediğiniz kadar anlatın, O dönüp dönüp aynı şeyleri söyler. Sanki duvara konuşuyor gibisinizdir. Ve anlarsınız ki dert bu değil. Dert, devrimci görevlerden, sosyalist insan olma yönünde kendini geliştirmekten, kaçıştır. Çizdiği statükoyu meşru görmeniz için dayatma yapmaktır.
Devrim saflarında kurulan her statüko, düzende yaşama isteğinden başka bir şey değildir. Devrimci öncelikle farkında veya farkında olmadan kurduğu statükoları kendisi parçalamakla görevlidir. Eğer yoldaşları bu konuda onları uyarıyor, eleştiriyor ve bu statüleri aşmasına yardımcı oluyorsa, bundan dolayı kendini dayatmak uğruna saçma saçma gerekçeleri bırakıp yoldaşlarına minnet duymalıdır.
Aksi tutum ne düzene karşı görünmekle, ne de devrimci ahlakla bağdaşmaz.
Söz gelimi sıkça rastladığımız durumlardan biri, esnaflığa soyunan arkadaşlarımızın, kendilerini tam bir korumaya almalarıdır. Korunma isteğini de ne anlama geldiğini düşünmeden dile getirmeleridir.
Bir kez devrimci esnaflığa soyunmuşsa, o sıradan düzen insanının özlemi olan sınıf atlama özleminin esiri olmuştur. Yani koruma isteği, sınıf atlama çabasına ortak olunması, herkesten önce onun korunmasıdır. Ve öyle durumlar ortaya çıkar ki, devrimcilerin dükkanına gelmesinden, dükkanlarına çok normal şeyler bırakılmasından bile rahatsız olmaya başlar.
Aslında sınıf atlama tutkusu o kadar gözünü kör etmiştir ki, bu uğurda devrimi ve devrimcileri satmayı bile meşru görmeye başlar. Veya bu kendini koruma isteğinin bu anlama geldiğini bile düşünemez haldedir.
Bu arkadaşlara şunu hatırlatmak zorunludur: Devrimci saflarda korunması gerekenler, düzene yerleşenler değildir. Sınıf atlama özlemleri içinde olanlar değildir. Davamıza en çok hizmet edenler kimse korunacak olanlar da onlardır. Vietnam devrimcileri bu konuda son derece olumlu bir örnektir. Cephede düşman saldırısı başladığında bile önce komutanlarını güvenli bir mevziiye yerleştirip sonra savaşa girişir Vietnamlı devrimciler.
Bizde ise “Öncülerimizin oynadığı özel rol” adeta istismar edilir. Adeta bütün riskleri onlar göğüslemek zorundaymış gibi bir tutum hakim bir davranıştır. Düzende yaşayan ailelerimizin “Akıllı Ol. Öne Çıkma” öğütlerinin saflarımızdaki yaşatıcılarıdır adeta.
Burdaki çirkinliği görebiliyor musunuz? Kabullenilemez bencilliği görebiliyor musunuz? Keza bunlar o kadar ileri giderler ki, en ağır bedelleri ödemiş olan devrimcilerin ateş hattında olması gerektiğini savunurken, bir taraftan da onlara akıl satarak yönetmeye çalışırlar. Devrime yaptıkları bir kaç kuruşluk maddi katkıyla adeta devrimcileri esir almaya çalışırlar. Bir devrimci olarak
Yoldaşlık adına utanır hale gelirsiniz.
Bunlar ve bunlar gibi sayısız örnek, bu arkadaşların içine düzenin yerleştirdiği BEN TANRISININ marifetlerinden başka bir şey değildir.
Ve devrimci saflarda “BEN TANRISINI TAMAMEN YOK ETTİM” demek basbayağı bir yalandır. Palavradır. Kapitalist kültür içine doğanların bunu başarması mümkün değildir. Marks’ ın DOĞUM LEKESİ diye tanımladığı durumdur bu. Veya daha çarpıcı şekilde Lenin’in: ‘’BİZ KAPİTALİST KÜLTÜR İÇİNDE DOĞMUŞ İNSANLAR KOMÜNİZMİ KURAMAYIZ. KOMÜNİZMİ KURABİLECEK KUŞAKLAR ANCAK SOSYALSİT TOPLUMDA EĞİTİLEN 3 KUŞAK ÖTESİDİR’’ derken de kastettiği budur.
Marksın ve Lenin’ in bile bunu dediği yerde, “Bende bencillik kalmadı. Yok ettim” demek kadar kendini beğenmişlik yoktur herhalde.
O halde gerçekçi olacaksak şunu kabul edeceğiz: Kapitalist toplumda doğan ve yaşayan hiç bir devrimci BEN TANRISINI tamamen yok edebilecek güç ve yetenekte değildir.
Peki ne yapacağız o zaman. Yapılacak olan BEN Tanrısını İnine kadar kovalamaktır. Sonra da sürekli ona karşı teyakkuz halinde olmak, en küçük şekilde başını gösterse bile ona yeniden ve yeniden ağır darbeler indirerek inine kovalamaktır. Eğer bunu başaramazsak, ona en küçük bir taviz verirsek, başını gösterdiğini hissettiğimizde “Adam Sen de… Bir Şey Olmaz” duyarsızlığı içinde olursak, bilmeliyiz ki bizi hızla kuşatması ve teslim alıp düzene taşıması pek de zor değildir.
O nedenle herkes bu gerçeği bilecek. Hiç kimse Lenin’e rağmen beni yok ettiğini idda etmeyecek. Bunu başardım diye duyarsızlaşmayacak.
Bu aynı zamanda sürekli bir iç hesaplaşma içinde olmamız gerektiğini ve öz eleştiri bayrağını yere düşürmememiz gerektiğini anlatır bize.
Devrimciliğin en şanlı bayrağıdır öz eleştiri. Öz eleştiri yapamayan, her eleştiri karşısında savunma psikolojisi ile hareket eden, öz eleştiri yapmayı kabullenmekte zorlanan devrimci, esasında devrimcileşme yolunda yürümeyi, sosyalist insan olmayı istemediğini gösterir.
BEN TANRISINI İNİNE TIKIP GARDİYANI OLAN. BİZİ ÖZGÜR BIRAKIP ENGİNE SALAN CÜMLE YOLDAŞLARA SELAM OLSUN!
SOSYALİST İNSAN OLMA YOLUNDA BAĞRINA VURUR GİBİ BENİNE VURMAKTA KARARLI DAVRANAN SOSYALİZM YOLCULARINA ŞAN OLSUN!