Kitap Okumanın 1001 Faydası- Av. Behiç Aşcı

21. yüzyıldayız. Elimizin altında birçok bilgi kaynağı var. Televizyon, radyo (hala dinleyicisi var), internet, gazete-dergi, kulaktan kulağa iletişim… Bir de geçmişte kaldığı düşünülen kitap… Evet, kitap… Uzunca bir zaman bir-iki öğrenme kaynağından biri olan kitap şimdilerde tahtını internete, sosyal medyaya kaptırdı. Genellikle elimizde akıllı telefon internet siteleri arasında sörf yaparız. Bazen de bunu yaparken gerçek sörfün yapıldığı denize bile düşeriz. Bu kadar ciddiye alıyoruz interneti ve sosyal medyayı, bu kadar zaman harcıyoruz nette… Kolay değil, 1 günümüzün 4.5-5 saatini nette geçiriyormuşuz. 8 saat mesai, 8 saat uyku, 5 saat internet, 3 saat de canınız ne isterse o! (Aslında bu tam da böyle değil; 3 saate yemek, temizlik, yol vs. de dahil. Canınızın istediği sadece bunlar mı? Mesela sinema, tiyatro, konser, yürüyüş, spor yapmak istemez misiniz?)

İnternete erişim kolay, çabuk, hızlı. Seçenekler çok gibi gözükür, istediğimizi seçeriz. Bilgi güvenilirdir, kolay mı internet! Ayrıca internette bilgi hızla, özgürce yayılır; engellenemez. Böyle mi gerçekten? Pratiğe bakalım, ne göreceğiz? Çoğu internet bilgisi yalan, kurgu, dedikodu, fantastik, dezenformasyondur. Güvenilmezdir. O yalan deryası içinde gerçek ve doğru bilgiyi ayırmak mümkün değildir. At izi it izine karışmıştır. Doğruyu yalan ve yanlıştan ayırabilmek ancak bilgi sahibi olanların yapabileceği bir şey olur, ki bu durumda da bilen zaten internete bakmaz.

Peki, güvenli midir internet? Özgür müdür? Pratik, internet ortamının güvenli ve özgür olmadığını söylüyor. Bilgilerimiz çalınıyor, yaptığımız aramalar takip edilerek profilimiz çıkarılıyor. Ardından da profilimize uygun reklamların bombardımanı başlıyor. İnternet bizi gözetleyen, takip eden, ve giderek bize hakim olan bir aparata dönüştü. İnternetin kölesi olduk. Face’den konuşuyoruz. Konuşma iki ya da daha çok insanın yüz yüze eylemidir. Face’den yazışılır!

Bu bir sonuçtur ve bu sonucu 1984 romanına benzetmek mümkün müdür? George Orwell’in Sosyalizme saldırmak için yazdığı “1984” romanında anlatılan karanlık dünya, kendini “Batı Demokrasisi” “İleri Demokrasi” diye tanımlayan ülkelerde gerçekleşmektedir. Büyük birader bizi gözetliyor ve kullandığı araçlardan biri internet…

Artık internette bir siteye, sayfaya sansür uygulanması saniyeler sürmektedir. Bir daha da o sayfaya hiç ulaşamazsınız. Kitap öyle mi? Bir aramada el konulmadığı sürece kitaba tekrar tekrar başvurabilirsiniz. Sorarım, hangisi daha özgür?

İnternetin servis sağlayıcılar, içerik oluşturucular, bilgisayar şirketleri, istihbarat kurumları tarafından nasıl denetlendiğine, istenmeyen içeriklerin nasıl buharlaştığına, sansürün okuyucuya ulaşmadan nasıl başlatıldığına, site içeriklerinin nasıl sansürlendiğine değinmiyorum bile…

Televizyon ve gazetelerin durumu internetten de fecidir. Tekelleşme, sermayenin eline geçen basın-yayın kuruluşları, tek tipleşmeyi de birlikte getirdi. Aynı yalanı bütün televizyon ve gazeteler değişik değişik tonlarda, kattıkları soslarla servis ediyorlar. Kimi çok acılı, kimi az… Elbette hayata soldan, halk için demokrasi penceresinden bakan yayın kuruluşlarını ayırıyorum.

Belki bundan 20 yıl önce televizyonlar bilgi ve haber kaynaklarından biri olarak kabul edilebilirdi. Tekelleşme, sermayenin mutlak denetimi, tek tipleşme televizyon ve gazeteleri güvenilmez kıldı. Öyle ya; Cumhurbaşkanı’na “ekonomimiz çok iyiye gidiyor, değil mi?” diye soranı kim gazeteci olarak kabul eder, yazdıklarını-söylediklerini ciddiye alır. Böyle bir pratik bizim değil komedi yazarlarının ilgi alanına girer.

Aslında hepinizin bildiği bir gerçeği ben de tekrarlayayım. Kitap okumalıyız. Kitap bizi bilgiyle donatır. Kendimizi, çevremizi, içinde yaşadığımız toplumu tanımamızı sağlar. Geçmişi ve bugünü anlamamızı, gelecek konusunda yanılmamamızı sağlar. Kitap bizi donatır, güçlü ve yenilmez kılar. Öyle ya bilgi güçtür. Bunu 60 yıllık bir ömür ve 8 yıllık tutsaklıktan sonra daha bir güvenle söyleyebilirim. Hapishane koşulları, dışarının pratik yoğunluğundan soyutlanmış olmak daha çok okuma olanağı sağlıyor. Tabii kimseye tutuklanmayı ve bol bol okumayı önermiyorum. Ama yolunuz hapishaneye düşerse -ki bugünlerde yüksek olasılıktır- kitaba sarılın. O tecritte açılan bir pencere, sizi asla terk etmeyecek bir dost olacaktır -siz onu terk etmediğiniz sürece-.

Fakat hayat kısa kitap çok. On binlerce kitap var. Hepsini okumaya ömrümüz yetmez. Nihayetinde ortalama yaşamda ortalama insanın okuyabileceği kitap sayısı bellidir. Çok çok bu sayıyı 100 arttırabilirsiniz 100 eksiltebilirsiniz. O kadar.

Yeni bir sorunumuz oldu. Sadece “okuyalım, iyi olur” demek yetmiyor. “Ne okumalıyız” sorusu da çok çok önemli oluyor. En genel cevap şudur: kendimizi, içinde yaşadığımız toplumu, tarihi, bugünü, sorunlarımızı ve çözümlerimizi tanıyabilmemize vesile olacak; bizi güçlendirecek, bilgiyle donatacak, bize umut verecek, ufkumuzu büyütecek kitaplar okumalıyız. Bu kitaplara ulaşabilmenin birkaç yolu vardır. En başta da okuyanların tavsiyeleri…

Elbette ki muhakkak okunması gereken -değişik nedenlerle-kitaplar olduğu gibi okumanın zaman kaybı olduğu kitaplar da var. Örneğin pembe dizi aşk romanlarını okumaya gerek var mı? Ya da “bildiğiniz gibi 2.Dünya Savaşı’nı Stalin başlatmıştır” diye başlayan bir kitabı? Ki böyle bir kitap için zırvalığın zirvesi de diyebiliriz. Bunları ayırarak ve vazgeçerek okumak gerektiğine, okumanın insana neler kattığına dair eminim ki hepiniz benden çok daha fazlasını söylersiniz.

Eğer bu konularda mutabıksak ben kitap okumanın başka bir yönüne değinmek isterim.

Hızlı yaşıyoruz. Ömrümüz yetişemeyeceğimiz şeylerin peşinde koşmakla geçiyor. Sınava, okula, işe, randevuya vs. hep koşturma halindeyiz ve hep yetişmeye çalışıyoruz. Menziller bitmiyor… Hızlı yiyor, hızlı içiyoruz; hızla seviyor, hızla sevişiyoruz. Hızla da ölüyoruz. Anı yaşayamıyoruz. Ne yapıyoruz, neden yapıyoruz anlayamıyoruz bile. Kendimizi, ailemizi tanımak için bile zamanımız olmuyor. O kadar hızlı yaşıyoruz ki adeta insan olmaktan çıkıyoruz! Kendimize, toplumuza yabancılaşıyoruz… Sokaklara bakın; herkesin suratı asık, sinir küpü, patlamaya hazır bomba. Mutlu insan görmek çok zor. Hayatı o kadar hızlı yaşıyoruz ki durup kendimize “Bir dakika, ne oluyor? Ben ne yapıyorum ve neden yapıyorum? Amacım ne? Nereye gidiyorum?” diye soramıyoruz bile. Hayatın bu düzenlenişini biz örgütlemedik. Burjuvazi, kapitalistler böyle olsun istediler ve bizi sadece nefes alıp veren, üreyen canlılara çevirdiler. Bizi o kadar yabancılaştırdılar ki ne yiyeceğimize ne giyeceğimize, kiminle evleneceğimize, hayallerimize, hangi marka giyeceğimize vs. onlar karar veriyor. Yaşam koçları, gurmeler, modacılar, çöpçatanlar bunun için…

Üstelik kimse bunun bilinçsiz bir faaliyet olduğunu söyleyemez. Gökdelen yapıp bizi betona hapsedenler bahçeli-havuzlu villalarda oturur, fabrikasyon hazır giyim üretenler kendi kıyafetlerini terzilerine diktirir, deterjan üretip bize satanlar kendi çamaşırlarını doğal-saf sabunun tozuyla yıkarlar, seri üretim otomobil üreten şirketin sahibi elde üretim otomobile biner… Bizi tek tip kıyafet, tek tip saç modeliyle sokağa salarlar ve “siz özgürsünüz” derler… Yaşam o kadar hızlı akar ki ve biz yetişmeye çalışırken bu esareti göremeyiz. Yaşam o kadar hızlı akar ki duramayız bile. Durursak düşeriz, geride kalırız…

Bu tempo bize yabancıdır; yavaşlatmalı, yavaşlamalıyız. Bu hız hem beden hem vücut sağlığımız hem de moralimiz üzerinde yıkıcı bir etki yapar. İnsan vücudu böyle yıkıcı bir hız için evrim geçirmedi. Nitekim bu ölümcül hıza ayak uyduramıyoruz.

Kitap okumak bu hızın içinde bir vahadır. Kitap bizden yavaşlamamızı talep eder. Durmamızı, kendimize bakmamızı ister. Kitap okumak emek harcamaktır. Tüm hayatın dışına çıkıp olan bitene yukarıdan bakmaktır. Kitap insanın kendi iç ve dış yolculuğudur. Bu yolculuk dingin, sakin, gürültü ve patırtı olmayan, adeta zamanın durduğu düşsel bir yolculuktur. Günlük yaşamın hızı, hay huyu, hengamesi içinde soramadığımız soruları sorma, bulamadığımız cevapları bulma zamanıdır. Kitap okuma çok yönlü bir alışveriştir. Okuduğumuzun içine dalar, parçası oluruz. Onu yaşamaya başlarız. Aynı zamanda da tüm okuduklarımızın dışındayızdır, öğreniriz. Hem yalnız kalır hem de kalabalıkların içinde çoğalırız. Hızla akıp giden hayatın güzelliklerini ıskaladığımızı fark ederiz. Meğer ne güzel bir gezegende, ne güzel bir doğada, ne güzel insanların içinde yaşıyormuşuz. Kendimizi tanırız ve severiz. Malum, sevmek için tanımak gerekir. Dostlarımızı, arkadaşlarımızı, halkımızı tanır severiz. Malum tanımak için zaman gerekir.

Hayatı biz hızlandırmadık ama biz yavaşlatabiliriz. Kitabın bu konuda çokça faydası olduğunu biliyorum. Neden mi? Denedim… Hızla akıp giden yaşam bizi egemenlerin düzenlemesiyle kendine köle yapmışken şimdi ben zamanın efendisiyim. Hükmeden benim. Kendi kaderimin efendisiyim.

Öyleyse okumaya ve zamanın efendisi olmaya devam…

Sosyal ağlarda paylaşın