Kızıldere, sınıflar mücadelesinin çetin coğrafyasında çağlaya çağlaya akmaya devam ediyor.
Bir katliamdır Kızıldere. Fakat ondan fazlasıdır.
Bir direniştir Kızıldere. Fakat ondan da fazlasıdır.
Üzerinden yarım asır geçmiş bir olaydan sözediyoruz. Bu nedenle kuşku yok ki, ne oldu, nasıl oldu, yeniden hatırlamak ve hatırlatmakta yarar var.
Bilmeyen gençlerimiz için yeniden anlatmakta yarar var.
Mahir Çayan ve yoldaşları, 1971’de 12 Mart cuntası tarafından tutsak edildiler. Fakat onlar tutsaklığı kabul etmeyip, oligarşiyi sarsan bir firar eylemiyle dışarı çıktılar.
Dışarıda ne yapacaklardı?
Çeşitli alternatifler vardı;
Bir alternatif şuydu; bir kenara çekilip, ortamın düzelmesini beklemek.
Bir başka alternatif, yurtdışına çıkmaktı. Ki özellikle devrimcilerin katledildiği o süreçte, kimi yoldaşları Mahir’e güvenliği için yurtdışına çıkmayı önerdiler.
Üçüncü seçenek, savaşa devam etmekti.
Mahirler, üçüncü seçeneği tercih ettiler.
Üç devrimcinin, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesi gündemdeydi. Mahirler, “öncelikle yapılması gereken Denizler’in idamını durdurmaktır.” diye karar verdiler.
Neden Öncelikli Görev Buydu?
Denizler’in idamını durdurmak neden önemliydi?
Oligarşi Denizler’i idam ederek bütün Türkiye halkına ve devrimcilere gözdağı vermek, silahlı devrim cephesini daha başlangıçta bağırmak istiyordu. Dolayısıyla o günün Türkiye’sinde Denizler devrimci hareketin prestijidurumundaydı. Bunun farkında olan Mahirler, örgütsel görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakarak idamları durdurmak için seferber oldular. Bu uğurda kendi yaşamlarını ortaya koydular.
Denizler’in idamını durdurmak için neler yapılabilir diye, birçok eylem önerisi üzerinde duruldu. Araştırmalar yapıldı. Fakat bu arada faşizmin katilleri de onların peşindedir. Ulaş Bardakçı tam bugünlerde, 19 Şubat 1972 günü Arnavutköy’de bir evde katledildi. Daha sonra Mahirler Ankara’ya geçtiler. Ve yine onlar bu geçişleri yapar ve yapılacak eylemi netleştirmeye çalışırken, bu kez 9 Mart günü THKP-C’liKoray Doğan da Ankara’da katledildi. Bu katliamlar, onların hangi koşullarda savaşı sürdürmeye başladığını da çok açık gösteriyor. Bir yandan yoldaşları katlediliyordu. Devletin polisi, miti, jandarması, hepsi peşlerindeydi ve onlar, bu koşullarda rağmen, bir an bile tereddüt etmeksizin, devrimi sürdürmek için yol yöntem arıyorlardı.
Ünye’de Rehin Eylemi
Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna Karadeniz’e geçtiler. Fatsa’da diğer THKP-C’lilerle birleştikten sonra 26 Mart 1972 günü, NATO’ya bağlı Ünye Radar Üssü’nde görevli üç İngiliz teknisyenin kaçırılması eylemi gerçekleştirildi. Teknisyenleri de yanlarına alan devrimciler Tokat- Almus’a bağlı Kızıldere köyüne geçtiler.
Mahirler’in talepleri şunlardı:
Kaçırılan İngilizler’in hayatlarına karşılık taleplerini şöyle belirttiler:
“1- İnfazlar derhal durdurulacak.
2- Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak.
3- En çok 48 (kırk sekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarında infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.”
Kuşatma Başlıyor:
İngilizler’in kaçırılmasından sonra oligarşi Karadeniz genelinde baskı ve denetimi arttırdı. Yollar tutuldu. Köy köy, ev ev aramalar başlatıldı. 30 Mart 1972 günü, sabah saat 05.00 sularında jandarmaların arama için Kızıldere’ye gelmeleriyle Mahirler’in kaçırılan İngilizler’le birlikte köy muhtarının evinde oldukları açığa çıktı. Bunun üzerine kısa sürede kaldıkları ev kuşatıldı. İstanbul ve Ankara’dan kontrgerillacılarKızıldere’ye sevk edildi.
Kuşatma tamamlandıktan sonra, Mahirler’e “teslim ol” çağrısı yapıldı.
Mahirler, “Teslim olun” ve “İngilizler’i teslim edin” çağrılarına karşılık asla teslim olmayacaklarını, eve yaklaşılması veya ateş açılması halinde ise İngilizler’i cezalandıracaklarını söylediler.
Bir yandan çatışmaya hazırlanırken, üzerlerindeki para, not vb. herşeyi yakarken, bir yandan marşlar ve sloganlarsöylüyorlardı. Gün boyu aralıklarla devam eden “teslim olun” çağrılarına Mahir, o günden sonra Kızıldere yolunda yürüyenlerin dilinden hiç düşmeyecek ve her düşman kuşatmasında aynı cüretle tekrarlanan şu sözlerle karşılık verdi: “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!”
İlk Şehit Mahir
Kuşatma sürerken Mahir yoldaşlarını bir araya toplayarak “Şu an doğru olanın burada kalıp direnmek olduğunu fakat buna rağmen yine de teslim olmak isteyen varsa teslim olabileceğini” söyler. Fakat daha sonra samanlığa saklanarak canını kurtaracak olan bir kaypağın dışında- kimse bunu düşünmez. Öğleden sonra 2 sularında Mahir evin çatısında olduğu bir anda dışarıdan ilk ateş açılır. Mahir bu sırada içeriye doğru “İngilizler” diye bağırır ve vurulup düşer.
Evdekiler düşmana söylediklerini yaparlar ve ateş açılması üzerine ilk olarak üç İngiliz’i cezalandırırlar. Mahir açılan ilk ateş sırasında vurulmuştur. Süren çatışma sonunda THKP-C’den Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve THKO’dan Ömer Ayna ile Cihan Alptekin,büyük bir kahramanlık destanının yaratıcıları olarak şehit düştüler.
Kızıldere’nin adı “ahire” kaldı
30 Mart 1972’den önce de, Tokat’ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyündeki dere, ince uzun, kıvrıla kıvrıla akıyordu. Ama o günden sonra, adı bir başka anılmaya başlandı.
Derenin adının kuşkusuz, o gün dökülen kızıl kanlarla ilgisi yoktu. Kızıldere’ye “Kızıl” denmesinin nedeni suyun çıktığı yatağın toprağının renginin kırmızı olmasıydı. Her baharda kar eriyip sular yatağından taştığında bu kırmızı toprak çözülür, suyun rengi kırmızıya boyanırdı. Ama o günden sonra, Kızıldere’nin adındaki “kızıl” devrimcilerin dökülen kanlarıyla özdeşleşti. Artık o dere kurusa da, köy yerinden yok edilse de, o köyün ve derenin adı, tarihe yazıldı. Ve çok iyi bilindiği gibi, kanla yazılan tarih silinmez.
Silinemedi. Oligarşi sonraki yıllarda Kızıldere köyünün adını “Ataköy” olarak değiştirdi. Zavallı, çaresiz, boşuna bir çaba! Kızıldere’yi, Mahirler’i unutturmak çabalarının basit bir örneğiydi bu da. Ama tutmadı. Kızıldere’nin adı tarihe yazıldı, ahire (geleceğe) kaldı.
Kızıldere, o gün bugündür kıvrıla kıvrıla, çağlaya çağlaya, sınıflar mücadelesinin çetin coğrafyasında akmaya devam ediyor.